SEYR-U SÜLUK-3
Canibim.Com

SEYR-U SÜLUK-3 - Canibim.Com

 

    - İrşad ve tebliğ nedir? Mübelliğ kime denir?

 
    - İrşad, da'vet ve tebliğ kelimelerini birlikte değerlendirmek gerekir. Davete konu olma açısından insanlık, ümmet-i davet ve ümmet-i icabet olmak üzere ikiye ayrılır. Ümmet-i icabet kavramı Hz. Peygamber'in davetini tanıyıp ona bağlanmış olanlar hakkında kullanılır. Ümmet-i davet ise henüz İslamla müşerref olmamış kimseler hakkında kullanılan bir kavramdır. Davet ve tebliğ ise ümmet-i davete yapılan çağrılar hakkında kullanılır. Davet, İslamî gerçeklere çağrıdır. Tebliğ, Allah'ın emirlerini Allah'ın kullarına duyurmaktır. Tebliğ yapan kişiye mübelliğ denilir. Nitekim Kur'an'daki: "Sana düşen sadece tebliğdir,"(Âlü İmran, 3/20)"Rabbının yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır (davet et)!"(en-Nahl,16/125)ayetleri bu anlamları teyid etmektedir. Kur'an'da rüşd ve reşed kalıplarında kullanılan irşad ise dünyevî ve uhrevî istikamet vermek, yol göstermek anlamınadır. Bu itibarla irşadın muhatabı müminler, davetin muhatabı genellikle müslüman olmayan topluluk ve kişiler, tebliğin muhatabı ise hem müminler, hem de mümin olmayanlardır. Mübelliğ, insanlara dünya ve ahırete yönelik yanlışlıklarını tamir ve tashih imkanı sağlar. Sûfilerin yaptığı hizmet daha çok irşad faaliyeti olarak adlandırılır. Sofiler irşad hizmetinin yanısıra bazan gayr-ı müslim topluluklarda tebliğ görevi de üstlenirler. Bunlardan başka İslam toplumlarında kötülüğün yayılmasını önlemek, hayrın yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla "hisbe" adı verilen emr bilma'rüf ve nehy anilmünker görevi yapan bir teşkilat daha vardır. Bu teşkilat devletin kontrolündeki polis örgütü niteliğindedir. Tebliğ, davet ve irşad, farz-ı kifaye hükmündedir. (Mürşid ve özellikleri için ayrıca bk Şeyh-Mürşid Meseleleri)


    - Seyr u sülûk ne demektir?


    - Tasavvuf ve tarîkatlardaki eğitim ve terbiye işine verilen genel ad seyr u sülûktür. Lügatte seyr gezmek, seyr etmek ve yürümek anlamınadır. Sülûk ise gitmek ve yola girmek demektir. Tasavvuf ıstılahında seyr, cehaletten ilme, kötü huylardan güzel ahlaka, kulun fanî varlığınıdan Hakk'ın varlığına yönelmektir. Sülûk, tasavvuf yoluna girmiş kişiyi Hakk'a vuslata hazırlayan ahlakî eğitimdir. Bir başka ifadeyle seyr u sülûk, tasavvuf ve tarîkata giren kimsenin manevi makamlarını tamamlayıncaya kadar geçeceği sahaların adıdır. Seyrin başı sülûk; yani yola girmek, sonu da vusul; yani Hakk'a vuslattır. Hakk'a vuslat Allah'ı görüyormuşçasına kulluk (ihsan) şuûruna ermek, daima Hakk ile beraber bulunduğu (maiyyet-i ilahiyye) bilincini yakalamak, O'na teslim olup O'ndan razı olmaktır. Her iş ve fiilin gerçek failinin Allah olduğunu kavramak ve varlık iddiasından kurtulup gerçek tevhîde ermektir. Can mülkünde ve cihan mülkünde Hakk'ı hakim kılmaktır.

- Tasavvuf erbabında mutlaka herkesin seyr u sülûke girmesi gerekli olduğu ve intisab edenin kurtulacağı anlayışı var. Bu doğru mudur?


- Tasavvuf erbabının herkesin seyr u sülûke girmesi konusundaki gayretlerinin muhtemel iki sebebi vardır. Birincisi insanda fıtrî olan gayret duygusudur. Çünkü herkes mensup olduğu sosyal çevreyi sever ve insanların orada yer almasını arzular. İkincisi kendilerinin tarikat ve tasavvufa girmekle elde ettikleri manevi hazzı başkalarının da tatmasmı arzu etmeleridir. Çünkü tasavvuf ve seyr u sülûk, dînî hayatı bir model şahsiyet etrafında, toplum atmosferi ve manevi kontrol mekanizması içinde gerçekleştirdiğinden bir birliktelik ve paylaşım ortamı doğurmaktadır. Tasavvufta seyr u sülûkte süreklilik ve devamlılık esastır. Tarikata girmekle iş bitmez. Adam vardır tarikata girmiştir ama tarikatın ve dînin kendisine yüklediği sorumlulukları yerine getirmediği için manevi açıdan tarikata girmeyenlerden daha geride olabilir. Ancak cemaat arasında bulunan böyle birinin uyarılıp düzeltilme şansı daha fazladır. Kulluk görevleri gereği gibi yerine getirilmeden hiçbir bağlılık tek başına yetmez. Bayezid'in müridlerine: "Bayezid'in derisine girseniz onun ahlakıyla ahlaklanmadıkça bir işe yaramaz?" sözü bu anlamadır.


    Seyr u sülük ve intisab, dünyevi ve uhrevi kurtuluşun tek reçetesi değildir. Çünkü manevi kurtuluş, son nefese bağlıdır. Son nefeste iman selameti elde etmenin yolu, bu dünyada istikamet üzere yaşamaktır. Takvaya ermektir, îbadet ve muamelatta ihsan ve ihlasta devamlılıktır. İnsan bunları hangi surette gerçekleştirebiliyorsa ona sımsıkı sarılmalıdır. Süfîler bu duyguları seyr u sülûk ile gerçekleştirdiklerinden bu konuda ısrarlı davranıyorlar.


    - İntisab edip seyr u sülûke girmeyenin durumu çok mu vahimdir? İntisab eden kişi, zayıf da olsa, bu halka içinde olduğu müddetçe kurtulur mu?


    - Gerek tasavvuf kaynaklarında, gerekse tarikat büyüklerinin söz ve sohbetlerinde intisab edip seyr u sülûke girmeyen kişinin durumunun çok kötü olduğunu gösteren ifadelere pek sık rastlanmaz. Ancak seyr u sülûk ehlini istihfaf eden bazı kimselerin durumlarının vehametini gösteren rivayetlere rastlanabilir. Sadece intisab etmiş olmak ve bunu bir varlık sebebi görmek doğru değildir. Allah'ın kullarını ve dostlarını sevmek, sevenlerle beraber olmak "Kişi sevdiğiyle beraberdir." ilkesine göre manevi kazanç sağlar. Nitekim Buharî'nin rivayet ettiği uzunca bir hadiste Allah, kendisi için bir araya gelen ve zikreden kullarını bağışladığını; hatta dünyevi bir amaçla o zikredenlerin arasında bulunan kimsenin de bu bağışlanmadan hissedar olduğunu belirtmektedir.(Buharî, Deavât, 66) Bu hadis iyiler ve zikir ehli arasında bulunmanın kurtuluşa vesile olacağını belirtmekte; bir bakıma iyiler ve zikir ehliyle birlikteliğe teşvik etmektedir. Tasavvuf erbabının ümidi, belki bu hadisteki ehl-i zikir ile birlikte bulunanlara gelecek rahmet müjdesidir.

 
    - "Dervişler öldükten sonra kabirlerinde seyr u sülûklerini tamamlar" deniliyor. Ne dersiniz?


    -Ölüm kişinin amel ve dünya ilişkisini kesen bir vakıadır. Ölümden sonra amelin sona erdiği kitap ve sünnetle sabittir. Ancak, nasıl müminlerin cennette, kafirlerin cehennemde ebedî olarak kalmaları niyyetlerine göre verilmiş bir karşılık ise, sülûke girmiş olan kimsenin sağlam bir niyyetle girdiği yolun ve amellerindeki devamlılığın afvına medar olması da niyyetlerine mukabildir. Müminlerin birbirleri hakkında hüsn-i şehadetlerinin afv-ı ilahîye medar olduğu hadis-i şerifle sabittir. Nitekim hayırla yad edilen ve hakkında hüsn-i şehadette bulunulan bir cenazenin ardından Allah Rasülü üç defa "vacib oldu" buyurdu. Daha sonra şerle anılan bir kimse hakkında da aynı şeyleri söyleyince kendisinden bunun hikmeti soruldu. Allah Rasülü: "Hayırla yadettiğinize cennet, şerle yad ettiğinize cehennem vacib oldu." buyurdu. Ardından üç defa: "Sizler yeryüzünde Allah'ın şahidlerisiniz." dedi (bk. Müslim, Cenaiz, 60).Sülûkün amacı kulluk, sonucu da Allah nasîb etmişse cennettir. Kabirde sülûkün tamamlanması ile ilgili bu söz, tasavvuf yolunda mürşid ile mürid arasındaki vefa ve sevgi duygusunun hüsn-i şehadete medar olacağını, bunun da ahirette işe yarayacağını göstermektedir. Bu hadis-i şeriften, vefatında müridin çevresinde toplanan mürşid ve ihvanın yapacağı bir tezkiyenin terfî-i derecat olacağı, seyr u sülûkünü tamamlamış olanların ecri derecesine ulaşacağı anlaşılmaktadır. Herhalde sözün söyleniş maksadı bu olmalıdır.


    - Şer'i açıdan yaşantısı düzgün olmayan, amelleri eksik bazı kimseler tarikata bağlanıyor ve Peygamberimiz'i gördüklerini iddia ediyorlar. Bu nasıl olur?


    - Tarikat ve tasavvuf, şeriatı daha iyi yaşamaya yarayan hir eğitim sürecidir. Bu yüzden tarikata ilk giren herkesin her bakımdan mükemmel olmasını beklememek gerekir. Zaten bir mürşide intisab eden kimselerden gerçek anlamda istifade ile kemale erip "velî" olabilenlerin sayısı mahduddur. Diğerleri o şemsiyenin altında hiç olmazsa "şakî" olmaktan kurtulmak için bulunurlar. Böyle bir mürşide intisab etmemiş olsa çok daha kötü işler yapması muhtemel olan bu kişiler, bu sayede kendilerini korumuş olurlar. Allah Rasülü'nün ashabına bakılacak olursa orada da durumun aynı olduğu görülecektir. Bütün sahabilerin manevi kemali eşit değildir. Yıllar yılı Sevgili Peygamberimiz'in yanında bulunmuş Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali ile, adları bile duyulmamış sahabiler bir değildir. İçlerinde içki içen, zina eden ve namaz konusunda tenbellikleri olanlar da vardır. Ama faziletleri Efendimiz'i görmek ve ona teslim olup inanmaktı. Bu itibarla bugün tasavvuf erbabı arasında şer'i bakımdan kusurlu insanların bulunmasını tabii karşılamak gerekir. Tabii olmayan bu hallerini beğenip bunu bir fazilet sananların durumudur. Ayrıca kalb ve ona bağlı olan sevgi, ile kusur ayrı ayrı şeylerdir. Kişi ibadet hayatı açısından kusurlu olur ama, gerçekten çok engin bir sevgi ile Allah Rasülü'ne bağlı bir aşık olabilir. Bu aşkı sebebiyle onu rüyasında görebilir. Ama onun böyle bir rüya görmesi fazilet için yeterli değildir. Çünkü fazilet, ihlaslı amel ve takvadadır. Kimin ihlaslı, kimin takva ehli olduğunu tam olarak bilebilecek yalnız Allah Teala'dır. Ayrıca Gazzali gibi bir kısım sofiler, "mükaşefe halinde meleklerin peygamberlerin ruhlarının görülebileceğini" belirtirler. (bk. Gazzali el-Münkızü mine'd-dalal, 50)

DEVAM EDECEK

Tüm MAKALELER