BATININ İĞRENÇ YÜZÜ VE SAHTEKAR AMARİKA
Canibim.Com

BATININ İĞRENÇ YÜZÜ VE SAHTEKAR AMARİKA - Canibim.Com

Zafer Şahin

Yeni Ahmet Necdet Sezer kim olacak?

Bizim muhalefetin tek şanssızlığı karşılarında Erdoğan gibi bir siyaset dehasının olması değil.

Dünya ve Türkiye konjonktürü de aleyhlerinde çalışıyor. Sen aylarca parlamenter sisteme nasıl döneceğine dair kafa patlat, HDP’yi küstürmeden dışarıda bırakmak için anandan emdiğin süt burnundan gelsin… Güçlükle üzerinde anlaştığın metni kamuoyuna açıklamak için Türkiye’de banka sistemi üzerinden ekonomi ve siyasetin yeniden dizayn edildiği 28 Şubat’ın yıl dönümünü seç… Sonra bütün bu siyaset mühendisliği çalışması Putin’in Ukrayna’ya saldırmasıyla güme gitsin!


Acı ama gerçek. Altı siyasi partinin parlamenter sisteme dönüş projesi ölü doğdu. Bu sonucun ortaya çıkmasının tek sebebi savaş gündemi de değil üstelik. Özünde bir 28 Şubat ittifakı olduklarını saklamayan bu ittifak da ortaya koydukları mutabakat metni de buram buram naftalin kokuyor. Topluma sundukları yeni bir şey yok. Zaten yeni bir şey ortaya koymak gibi bir dertleri de yok. 25 yıl önceki öncülleri ne yaptıysa onlar da aynısını yapacaklar.


Naftalin demişken, 28 Şubat sürecinde işler nasıl yürüyordu hatırlayalım. Bugünün 28 Şubat ittifakı bir gün iktidara gelirse neler yaşanacağını gençler de öğrenmiş olsun.


90’lı yılların bakanlarından DYP’li Hasan Ekinci, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda anlatıyor: "Bir gün Tansu Hanım’la oturuyoruz, Sayın Ecevit geldi, yanında Hüsamettin Özkan var. 'Sayın Çiller, Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşıyor. Biz size üç tane isim getirdik.' En başta Mehmet Haberal’ın ismini saydı. 'Haberal daha önce sizden Rize adayı oldu. Herhalde desteklersiniz' dedi. Tansu Hanım da sıcak yaklaştı bu öneriye. 'Ben zaten destek vereceğinizi biliyordum' dedi rahmetli.


Tam o sırada bir telefon geldi Hüsamettin Özkan’a. 'Tamam Paşam, tamam…' deyip duruyor. Döndü 'Sayın Başbakanım, Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu arıyor, randevu istiyor' dedi. Ecevit 'Gelsin, gelsin… Buradan çıkınca yarım saate odamda olacağım' dedi. Ertesi gün Ecevit bizi yeniden ziyaret etti. Dedi ki, 'Ben biraz sabıkalıyım, daha önce Cumhurbaşkanlığına Anayasa Mahkemesi Başkanını önerdim, şimdi de Anayasa Mahkemesi Başkanını öneriyorum.' Bir gün önce Haberal’ı öneren Ecevit bir gün sonra Ahmet Necdet Sezer’le kapımızı çaldı!"

 

Parlamenter Sistem işte tam olarak bu hikâyedeki gibi bir sistemdir. Son sözü millet değil atanmışlar söyler. 2023 seçimlerinde muhalefetin çatı adayının tıpkı 28 Şubat sürecindeki gibi belirleneceğinden hiç şüpheniz olmasın. Bakalım yeni Ahmet Necdet Sezer kim olacak?

Yeni başlayanlar için 28 Şubat


Türkiye’nin açık ara en karanlık yılları olan 90’larda devlet bir taraftan borçlanırken, kamu kuruluşları da ellerindeki fazla parayı yüksek faizle bankalara yatırıyordu.


Koca bir ülkenin emeği faiz lobisinin cebini dolduruyor, bunlarla iş birliği yapan sivil-askeri bürokratlarla, siyasetçiler ise servetlerine servet katıyordu. Türkiye korkunç bir faiz ve borç sarmalına sokulmuştu.


Refah-Yol hükümeti döneminde ülkeyi uçuruma sürükleyen bu soygun düzenine karşı bir kontrol sistemi kuruldu. Artık yüksek faizle sağlanan kaynaklar hükümetin kontrolünde kullanılacaktı.

Ellerinde yüklü miktarda para olan ve bu sisteme dâhil edilen TOBB gibi kuruluşlar uygulamaya hemen karşı çıktı. Pervasızca kullandıkları paralar ve çılgın faiz gelirlerini hükümetin zapturapt altına almasını kabullenemediler.

Sadece onlar değil bu düzenden nemalanan bazı sermaye grupları, medya patronları ve devlet içine çöreklenmiş çeteler de rahatsızdı. Hemen düğmeye bastılar. Meşhur 5’li sivil inisiyatif toplantıları o dönemde başladı.

Ülke adım adım darbeye sürüklendi. Dönemin kudretli paşalarını yanlarına alarak, kendi ifadeleriyle demokrasiye bir güzel balans ayarı yaptılar! Milletin parasını, ülkenin birikimlerini bankalarda hortumladılar.

Bitmedi… Devamı var

1994-2003 yılları arasında Türkiye’de 25 banka fona devredildi. Devlet bunların açıklarını kapatmak için 50 milyar dolar ödedi. Hazine bu parayı içeriden yüksek faizle borçlanarak aldı. Borçlanan Hazine değil milletti aslında. Kan emicilerin önümüze koyduğu faturayı biz ödedik.


Medya desteğiyle 28 Şubat’ın altyapısını oluşturan büyük sermayenin o dönemdeki en büyük kozlarından biri de emekli askerlerdi. 28 Şubat’ta aktif rol oynayan askerlerin neredeyse tamamı büyük holdinglerin yönetim kurullarına girdi.


Dönemin kudretli paşalarından Güven Erkaya, işadamı Korkmaz Yiğit’in danışmanı oldu. Vural Beyazıt, Etibank’ın… Teoman Koman, İnterbank’ın, Muhittin Fisunoğlu Sümerbank’ın yönetim kurulu üyesiydi. Saadet dolu günler 2001 krizine kadar sürdü.


Ali Balkaner, Hayyam Garipoğlu, Cavit Çağlar ve Murat Demirel gibi bankalarına el konulan patronlar hapse atıldı. Ne ilginçtir ki onların bankalarında yönetim kurullarında görev yapan paşalara kimse dokunmadı. Bırakın hapse atılmayı, ifadelerine bile başvurulmadı. Yönetim kurullarına emekli paşa almayı ihmal eden Yurtbank ve Egebank’ta ise patronlarla beraber yöneticilerin tamamı yargılanıp cezalandırıldı.


Meraklısı için küçük bir not: Bütün bunlar olurken ülke Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle değil parlamenter sistemle yönetiliyordu.

 

 

 

 01 Mart 2022, Salı   HİLAL KAPLAN

Allah Batı medyasının belasını versin

 

Bu yazıya başka başlık bulamadım, affedin. Nedenini anlatayım:
NBC muhabiri Kelly Cobiella: "Bunlar Suriye'den gelen mülteciler değiller. Bunlar Ukrayna'dan geliyorlar. Hıristiyanlar, beyazlar..."

 
Telegraph yazarı Daniel Hannan: "Bize çok benziyorlar. Olanları bu kadar şoke edici kılan da bu. Savaş artık sadece fakirleşmiş ve uzaktaki halkların başına gelen bir şey değil."
ITV News muhabiri Lucy Watson: "Ukraynalıların başına tahmin edilemez bir şey geldi. Burası gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesi değil. Burası Avrupa."

 
Ukrayna eski Başsavcı Yardımcısı David Sakvarelidze: "Bu benim için çok duygusal; çünkü mavi gözlü ve sarışın Avrupalıların her gün Putin'in füzeleri tarafından öldürüldüğünü görüyorum."
CBS muhabiri Charlie D'Agata: "Ama burası Irak veya Afganistan gibi on yıllardır çatışma bölgesi haline gelmiş bir yer değil. Burası nispeten medeni ve Avrupalı."

 
BFM TV yorumcusu Ulysse Gosset: "21. yüzyıldayız. Bir Avrupa şehrindeyiz. Ama sanki Irak ya da Afganistan'daymışız gibi seyir füzesi ateşi sürüyor."

 
Amerikan, Fransız, İngiliz... Ukrayna üzerine konuşan Batılı gazeteciler-yorumcular, basın tarihine geçmesi gereken sömürgeci "medeni-barbar" ikiliğini böyle tekrarladılar. Mavi gözlü çocuğun siyah gözlü çocuktan, sarı saçlı sivilin siyah saçlı sivilden neden üstün olduğunu anlattılar. Neden kara tenlilerin öldürülmesinin o kadar da "şaşırtıcı" olmaması gerektiğini argümanlarının arasına serpiştiriverdiler.


 
Avrupa Birliği, Ukrayna'dan gelen tüm mültecilere üç yıl boyunca sığınma başvurusu yapmadan yaşama imkânı verileceğini ilan etti. O sırada Ukrayna devleti, siyahi mültecilerin ülkeden çıkmasını engellemeyi ve onları sınır boyundaki kapalı odalarda tutmayı sürdürüyordu. Teni esmer, gözü kara, saçı siyah, adı Muhammed veya Fatma olan mültecilerin botlarını vuran, soyarak donmaya terk eden, eşyalarına el koyan, çocuklarını "kaybeden" Avrupa işte budur! "Barbarları bekleyenler"in esas barbar olduğu kıtanın adıdır.

 
Batı medyasının Ukrayna'da sivillerin sokak ortasında molotofkokteyli yaparkenki görüntülerini romantize ederek verdiği günlerde Yemen'de çocukların üzerine bombalar yağarken, Filistin'de de bir çocuk taş attığı iddia edilerek göğsünden vurulup öldürülmüştü. Ne hadiseyi duydunuz, ne adını bildiniz, ne de o çocuğu gördünüz.

 
Adı Muhammed Şehadet'ti. Yaşı 14.
Muhammed, mavi gözlü değildi.
Muhammed, sarı saçlı değildi.
Muhammed, Avrupalı değildi.
Adı William, saçı sarı, gözü mavi, uyruğu Ukrayna olsaydı; onun yüzünü tüm gazete manşetlerinde görecek, sosyal medyada idolleştirildiğine şahit olacak, belki hakkında şarkılar yazıldığını bile duyacaktınız.

 
Görmediniz, duymadınız, bilmediniz. En azından bu köşede görün, duyun, bilin istedim. Muhammed, nur içinde yat!..



Mevzubahis Müslüman'sa sarışın mavi gözlü olmak teferruattır Avrupa'da…


 

Mustafa Kartoğlu

Bosna ile ilgilenenler, Boşnak gazeteci Emine Şeçeroviç'i tanırlar.

Yıllar önce Saraybosna'da tanıştığımda söylediklerini hâlâ gözlerim dolarak hatırlarım:

"Sırp ırkçılar çok değişmedi, bizi hâlâ 'kaç kişi kaldınız' diye tehdit ediyorlar. Onlara 'Türkiye var' diyorum. Onlar da 'Türkiye'de kaç Boşnak var ki' diyorlar. '75 milyon' diyorum."


Bugün Türkiye'de 85 milyon Boşnak var...

Şeçeroviç, savaşta kaybettiği ağabeyinin anısına yazdığı 'Kurşunların da rengi var' ve 'Kurşunların rengini yıldızlarla değiştirdim' kitaplarıyla, bir çocuk olarak o günlerin tanıklığını tarihe bıraktı.

Bugün 2 oğlu ve bir kızını ağabeyi ve kendisi gibi yetiştiriyor.

 


Dün, ABD ve Avrupa televizyonlarındaki "Ukrayna'da sarışın mavi gözlü insanlar öldürülüyor. Ama burası bir Avrupa ülkesi, Irak, Afganistan değil. Bizim gibiler, beyazlar, Hıristiyanlar, Netflix izliyorlar, bizim kullandığımız arabalara biniyorlar" gibi sözde medeni' yorumlara şöyle tepki verdi:

 "Bundan sonra Boşnaklar olarak kendimizi öyle savunacağız, biz de sarı saçlı, mavi gözlüyüz. İnsanların Netflix izlemesi ve Instagram kullanması bir değer biçme şekli olmuş. Ooo! Bizde Facebook da var, Twitter, TikTok hepsi... Ve bunlar gelip bize kültür ve medeniyet dersi verirler."

***

Utanacak olana bir Emine yeter de artar bile...

Ama utanacak vicdan görünmüyor.

11 Temmuz 1995'te Srebrenitsa'da 8 bin 372 Boşnak Müslüman'ı Sırp çetelere teslim ederek soykırıma gönderen BM Gücü'ne bağlı Hollanda ordusunun ödüllendirilmesi kanıt olarak yeterli.

O güne tanık olan Hollandalı kadın asker Liesbeth Beukeboom'un anlattıkları bile bu ödüllendirmeyi 'utanmazlık' olarak nitelemeye yeterli: "Dürbünle bakıyordum. Vadideki bütün evleri kuşattılar. Kapıları tekmeleyip kırdılar ve içeriye el bombaları attılar.

Sonra kurt köpeklerini içeri saldılar. Köpekler çıkınca evleri silahlarla tarayıp ateşe verdiler. Sonra karargaha geldiler, 'kapıyı aç' dediler, açmadım. Dutchbat Komutanı Albay Tom Karremans'ı aradık, gelmedi; yerine bir Hollandalı binbaşıyı gönderdi. Binbaşı, silahlı Sırp askerlerini görünce 'Kapıyı aç' emri verdi.


Sırplar kalabalığın içine girdi. Bazı insanları vurdular, kadınlar korkudan düşük yaptı, bebekler öldü. Başı koparılmış tavuk gibi ordan oraya koşup, sarılıp, insanları çekiştiriyordum. Yetersiz personel, malzeme, silah ve mühimmatla Srebrenitsa'ya gönderildik.


Aylar süren hava desteği çağrılarına BM tarafından cevap verilmedi. Uluslararası toplumun kararsızlığı binlerce Müslüman Boşnak'ın göz göre göre öldürülmesine yol açtı." (11 Temmuz 2020, BBC haberi)


Hollanda Başbakanı Mark Rutte'nin "uluslararası toplumun savunmasız bir grubu koruyamadığı için pişman olduğunu" söylemesinden 8 ay sonra, 11 Şubat 2021'de Rutte hükümeti, Boşnakları katillere teslim eden askerlere 5'er bin euro ödül verdi!


Üstelik, 2014'te Lahey mahkemesinin 'Hollandalı askerler sorumluluklarını yerine getirmediler' kararına rağmen...

Mevzubahis Müslümanlık'sa sarışın mavi gözlü olmak teferruattır Avrupa'da!..

***

Srebrenitsa'da soykırım yapan Ratko Mladiç'in hâlâ internetten erişilebilen videoda şöyle diyordu: "Bugün 11 Temmuz 1995. Osmanlı'ya karşı gerçekleştirdiğimiz ayaklanmanın anısına, Türklerden öç alma vakti gelmiştir."


Sırp kasabın 'Türk' dediği Bosnalı Müslümanlardı.

Saçının sarısına, gözünün mavisine bakmadan katlettiği Müslümanlar...


RUSYA HEDEF, ALMANYA RİSK, ÇİN TEHDİT... YA TÜRKİYE?..

Ukrayna'ya işgal operasyonu başlatan Rusya, gerekçe olarak "Batı bize Moskova'ya doğru genişlememe sözünü tutmadı" diyor.

Batı da, "Sen de hadi Kırım'ı ilhak ettin, Donbass ayrılıkçılarını tanıdın ama Ukrayna'yı işgale kalkışmayacaktın" diyor...

İki tarafın da derdi Ukrayna değil, kendi hakimiyet alanı...

***

Batı'nın kendi dışındaki insanlara, toplumlara, devletlere 'bağnazlık' boyutuna varan tek taraflı bakışı değişmedi.


Geçirdiği ve övündüğü bütün 'medeni' aşamalara rağmen böyle bu...

Siyasi, ekonomik ve askeri olarak kendi genişlemelerini -sömürge dönemi dahil-, 'diğerlerini' sıkıştırma, küçültme olarak görmediler hiç.


İlişkilerini 'işbirliği ve güven'e değil 'bağlılık ve kontrol'e dayandırdılar.

'Karşı taraf'ın hassasiyetlerini, görüşlerini dikkate almadılar.


ABD Başkanı Biden'ın "Neden her şeyi Rusya'dan bekliyoruz" sorusuna, "Ne aptalca bir soru" diye şaşkınlıkla cevap vermesi bu yüzdendi...


2018'de dönemin AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker'in "Dünyanın patronu olduğumuzu düşünüyoruz ama aslında kainatın küçük ve zayıf bir parçasıyız" itirafı da...

***

Batı bu 'büyüklük' yüzünden Rusya ile yeni bir ilişki geliştirmek yerine eski politikalarını sürdürdü.

Rusya'yı hem SSCB gibi 'tehdit' olarak gördü hem de 'SSCB gibi davranmamasını' bekledi!

***

Rusya da, yeni bir politika geliştirmedi. Batı'nın 'zafer sarhoşluğu'ndan yararlandı.

Ama Batı, Ukrayna'dan Moskova'nın burnunun dibine girince, 'Sovyetleşti'...

Ve tarihi bir hata yaptı.


Bugüne kadar kullandığı 'Rus nüfus' ve 'siyasi nüfuz' kozlarını bitirdi, 'işgal'e kalkıştı.

Uzak topraklarda verdiği savaşı 'evinin yanına' taşıdı.


'Vekiller' yerine doğrudan savaşa girdi.

Üstelik, ihraç edebileceği bir 'sosyalist ideoloji' yokken.

Ve askeri gücü ve siyasi nüfuzuyla ancak -ve şimdilik- Belarus'u elinde tutabilirken.

***

Batı İttifakı bunu affetmedi.

Hatta buna 'gel gel' yaptı.

Birliğini yeniden güçlendirdi.

Ve Rusya'ya karşı Soğuk Savaş'tan sonra belki daha da güçlü bir 'dışlama politikası' başlattı.

***

Bu 'hayati hata'da Türkiye için de bir 'ders' var.

Zira, Batı'nın 'değişmeyen bakışı' sadece Rusya'ya karşı değil.

Daha önce de konu etmiştim;

NATO'nun ilk genel sekreteri İngiliz General Hastings Ismay, NATO'nun kuruluş amacını şöyle açıklamıştı: "Amerika'yı içeride, Rusya'yı dışarıda, Almanya'yı da aşağıda tutmak..."


İki eski Avrupa gücünü 'dışarıda ve kontrol altında' tutmayı öngören aklın, üç kıtada imparatorluklar kurmuş Türkler hakkında bir şey söylememesi 'bir politikası olmadığı' anlamına gelmiyordu.

Sadece 'boyu uzayana kadar' zaman geçmesi yeterliydi.

***

17 Nisan 2018'de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Parlamentosu'nda "Avrupa'nın Geleceği" tartışılırken, Türkiye'yi Rusya'nın yanında konumlandırdı: "Türkiye ya da Rusya'ya yönelen bir Balkanlar istemiyorum."


15 Eylül 2020'deki AP toplantısında ise AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, bunu kurumsal düzeye çıkardı: "Eski imparatorluklar geri gelmeye başladı. Bunlardan üçü Rusya, Çin ve Türkiye."


5 Ekim 2021'de AB'nin 'Balkan Zirvesi' öncesinde, Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg, Türkiye'nin konumunu teyit etti: "Avrupa tereddüt ederse Çin, Rusya ve Türkiye gibi güçler Balkanlar'daki nüfuzunu artırır."

***

Türkiye, Almanya gibi 'NATO müttefiki olarak kontrol altında tutulacak ülke' sınıfını aştı, Rusya ve Çin'le aynı konumda!


Bu yüzden, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişimiyle hiçbir benzerlik göstermeyen Türkiye'nin Suriye'den kaynaklanan teröre karşı harekatlarına; bir paralı asker işgaline karşı Libya'ya destek vermesine; Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarını kurtarmasına yardım etmesine, tıpkı Rusya'ya karşı olduğu gibi ambargolarla, yaptırımlarla karşılık verdiler.

***

Salim kafayla düşünmek zamanı.

Türkiye, yeniden kutuplaşmaya başlayan iki tarafın ağırlığını dengeleyebilecek güce ve 'yeni' politikalara sahip olmalı.

Her bakımdan.

Ama önce kendi içinde birlik olmalı.

 

Ölenler mavi gözlü ve sarı saçlı olunca…


 

İsmail Kapan - Türkiye Gazetesi

 
   

 

Genel kanaat, Rusya’nın en fazla üç günde Ukrayna’yı dize getirip teslim alacağı yönündeydi. Lakin beş günde bile bunu yapamadı… Bu, Ukrayna direnişi adına çok değerli. Ama geçen her saat Ukrayna aleyhine!..

 

 

Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy’nin, Rus askerlerine silah bırakma ve hayatlarını kurtarma çağrısında bulunması, bu arada şöhretli sporcu ve mankenlerin ve milletvekillerinin ellerinde tüfeklerle poz vermeleri, hatta yabancılardan lejyon kurulması vs. kendi halkının moral-motivasyonu bakımından dikkat çekici eylemlerdir. Düşman cephesine karşı da klasik bir psikolojik mücadeledir. Tarihteki bütün savaşlarda buna benzer faaliyetler hep sahneye konulmuştur…


Velakin beri tarafta, sahadaki gerçekleri de göz önünde bulundurmak şarttır. Ukrayna direnişe katkı vermeleri için tecrübeli mahkûmları salıverme kararı alıyor. Dikkat ediniz, mahkûmlara ihtiyaç duyulacak bir durum ve zaruret söz konusu. Hatırlarsanız, Irak-İran savaşında da; İran, hapishanedeki pilotları serbest bırakıp cepheye göndermişti.


Humeyni Devrimi sırasında Ordu büyük ölçüde tasfiye edildiği için, daha sonra bunun sıkıntısı çok çekilmişti. (İran Devriminin hesaplaşma safhasında, ordudaki üç yüz general tasfiye edilmiş bunların içinde en kıdemlileri dâhil olmak üzere altmış tanesi de kurşuna dizilmişti…


General kalmadığı için bir albay genelkurmay başkanı yapılmıştı!) Ukrayna 1991’de bağımsızlığına kavuştuktan sonra, Sovyetler Birliği dönemindeki kalabalık ordusunu önemli oranda küçültmüştü. 2014’te Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinden sonra yeniden silahlı kuvvetlerini güçlendirme yoluna gitti. Ancak bunun için yeterli zaman ve tecrübe gerekliydi. Ona da fırsat olmadı.


Netice olarak bugün devam eden çatışmada, Rusya hedeflediğinin biraz gerisine düştü. Muhtemelen bu derece bir direniş beklemiyordu. Belki de üç gün içinde Ukrayna’yı dize getirip teslim alacağını hesaplamıştı. Lakin beş günde bile yapamadı. Ama bu noktada neticeye bakmak lazım.


Zira Ukrayna’nın direnişte beklentilerin ilerisinde olması, Rusya’nın planladığı safahatın gerisinde kalması, neticeyi değiştirmiyor. Daha açıkçası bu durum Ukrayna’ya bir zafer getirmiyor. Kimse böyle bir şey beklemiyor. Barış masasının kurulması ve ateşkes sağlanmasının geciktiği her saat her dakika, Ukrayna’nın aleyhine daha fazla yıkım demektir!..


Evet, gecikme aynı zamana Rusya’nın da aleyhine. Çünkü Rusya da daha fazla maliyet yüklenmek zorunda kalacak. Gelgelelim hangi taraf daha çok zarar görür sorusunun cevabı Ukrayna’dır. Batı’nın bu safhada Ukrayna’ya pürtelaş yardım gönderme gayretine girmesi, zevahiri kurtarmaktan ileriye bir şey değil.


 

Aksine bu destek sebebiyle savaşın uzaması, Ukrayna’nın hem maddi hem manevi bakımdan daha büyük bedel ödemesine yol açıyor. Bu hususun altını çizelim!


Batı’nın Ukraynalı sığınmacılara karşı, Suriyelilere nazaran olağanüstü seviyede müşfik davranmasına daha yakından bakalım…

Suriye’de Rus uçaklarının eşi benzeri görülmemiş gaddarlıkla bombaladığı çocuk ve kadınlar insan değil miydi?


O sivil katliamlara karşı, Batı dediğimiz dünya neden kılını kıpırdatmamıştı?

Bunun cevabını yine Batılı gazeteciler veriyor. Sosyal medyada da dolaşıma sokulan utanç verici yorumlarda, Batı’nın gerçek yüzü sırıtıyor. Amerikalı gazeteci (CBS NEWS muhabiri Charlie D’Agata) şöyle diyor: “Burası on yıllardır kaosla yaşayan Irak veya Afganistan değil.


Burası böyle şeyleri hiç ummadığımız medeni Avrupalılara has bir kent…” Irak’ta ve Afganistan’da hangi devletlerin uçakları binlerce sivili bombalayarak katletmişti acaba? ABD’li gazeteci nasıl bir skandala imza attığının farkına varıp üzüntülerini belirtti, ama bu itiraf da kayıtlara geçti. Ölenler mavi gözlü ve sarı saçlı olunca duygular başka oluyor demek ki!.. 


İngiliz gazeteci Lucy Watson (ITV News) da aynı telden çalıyor: “Ukraynalıların başına düşünülemez bir şey geldi. Burası gelişmekte olan bir üçüncü dünya ülkesi değil, burası Avrupa.” Lucy’nin unuttuğu veya bilmediği bir şey var. Toplamda seksen milyon kişinin öldüğü, iki dünya savaşının başrolünde bizzat kendi ülkesi vardı!


İngiltere’nin müttefiki, Fransa’nın bir TV kanalında da şöyle yorum yapıldı: “Putin’in desteklediği Suriye rejiminin bombalarından kaçan Suriyelilerden bahsetmiyoruz. Avrupalıların bizimkine benzeyen arabalarla kendilerini kurtarmak için ayrılmalarından bahsediyoruz…” Tam bir Frenk snopluğu! Evet, bir başka Fransız gazeteci (Ulysse Gosset) de şöyle katkı yapıyor: “21. Yüzyıldayız. Bir Avrupa şehrindeyiz ve sanki Irak’ta ya da Afganistan’daymışız gibi seyir füzesi ateşi var.


Hayal edebiliyor musunuz?” Eh, fazla söze ne hacet. Yalnızca bu gazetecilerin söyledikleri Batı’nın maskesini yüzünden indiriyor. Demek oluyor ki, onların refahını yükseltmek için üretilen bombaların atılacağı yerler; Irak, Suriye ve Afganistan gibi memleketlerdir. Avrupa’da zinhar böyle şeyler olamaz, olmamalı… Amma velakin bumerang bir gün böyle dönüverir!

 

Tüm GÜNCEL MESELELER