Ali Ulvi Kurucu: Dostlar, gençler! Bugünün gençleri, yarının büyük insanları, memleketin sahibi olacak olan gençler size söylüyorum!
“Ey dini temsil kadrosu kendinize gelin! İnsan olun! Sizler nesiniz biliyor musunuz? Veresetu’l enbiya… Peygamberlerin dağlardan ağır yüküne varissiniz sizler... Peygamberlerden beklenen vazife beklendi sizlerden…”
- Ali Ulvi Kurucu, M. Zahid Kotku Hazretlerini anlatıyor
İnsan, iki türlü şahıs hakkında konuşmakta zorluk çeker. İki şahıs hakkında yazı yazmakta, konuşmakta zorluk çeker. Birisinde ne yapsam acaba yahu, diye zorluk çeker; ikincisinde hangi faziletlerini hangi meziyetlerini ansam diye hayretler içinde kalır. Rahmetle anmak için, ruh ve ruhaniyetinden feyz almak için, mübarek camisine, dergahına, medresesine gelmiş olduğumuz büyük insan (M. Zahid Kotku) ikinci sınıftan bir insan idi.
Allah şefaatlerine nail eylesin Hz. Ebubekir Efendimiz halife olunca Hazreti Ömer’i Medine’ye mahkeme reisi tayin etmişlerdi. “Ömer seni mahkeme reisi, Medine kadısı tayin ediyorum.” dediler. O günlerde mahkemeye bir zat gelmiş. Hz. Ömer demiş ki: “Aziz kardeşim, seni tanıyan iki şahit isterim. Senin hakkında hüsnü şehadette bulunan iki Müslüman isterim.”
Getirmiş iki Müslümanı...
“Bu kardeşimizi nasıl bilirsiniz?” buyurunca; “İyi biliriz, Efendim!” demişler.
Tabii bir an içinde iyi biliriz demek Hz. Ömer’i kesmez. Müdakkik insan, dikkatli insan… Şahsı hakkında Peygamber-i Zişan aleyhissalatu ve’s-selamın, “Benden sonra peygamber yok! Eğer peygamber gelmiş olsaydı, Ömer peygamber olurdu.” buyurduğu bir insan. Peygamberliğe namzet, peygamberliğe aday bir insan... Bu insan mahkeme reisi! Düşünün onun adaletini, hassasiyetini, dikkatini, uyanıklığını…
“Bu kardeşimizi nasıl bilirsiniz?”, “İyi biliriz efendim.” deyince sorar Hz. Ömer:
- Bu zatla yolculuk yaptınız mı?
- Hayır.
- Komşuluk yaptınız mı?
- Hayır.
- Para muamelesi yaptınız mı?
- Hayır... deyince “Seni bilen iki şahit getir.” der.
Getirirler… Yolculuk yaptınız mı? Yaptık. Komşuluk yaptınız mı? Yaptık. Para muamelesi yaptınız mı? Yaptık… “O halde şehadetinizi kabul ederim.” der.
Ben, Hocaefendimizle beraber yolculuk yaptım, komşuluk yaptım, para muamelesi yaptım... Hepsinde de örnek insan buldum. Buradan Peygamber-i Zişanımızın büyük bir mucizesini, insanlık için geçerli olan, kıyamete kadar da güneşler gibi parıldayacak olan bir mucizelerini sevdim. Öyleki: Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerini buyururlar ki: “El-ulema veresetu’l enbiya.”
Alimler nedir? Alimler, peygamberlerin varisleridirler. Peygamber varisi insanlar… Buradan ulemayı kiram iki manayı çıkarırlar. Dostlar, gençler! Bugünün gençleri, yarının büyük insanları, memleketin sahibi olacak olan gençler size söylüyorum!
Ulema iki mana arıyorlar bundan: “El-ulema veresetu’l enbiya…” Ey alimler, dikkat edin! Kendinize gelin, vazifenizi müdrik olun sizler peygamber varisisiniz. Ümmet-i Muhammed, peygamberlerden beklenen vazifeyi bekler sizden... Ey dini temsil kadrosu kendinize gelin! İnsan olun! Sizler nesiniz biliyor musunuz? Veresetu’l enbiya… Peygamberlerin dağlardan ağır yüküne varissiniz sizler... Peygamberlerden beklenen vazife beklendi sizlerden… Peygamberimizi tanıyın evvela, Muhammed Mustafa kimdir? Sünneti nedir? Ne için gelmiştir, neler yapmıştır, ümmetinden neler bekliyor? Ey dini temsil kadrosu! Sizler peygamberlerin varisleri kimselersiniz.
İkinci mana: Ümmet-i Muhammed, alimlerinizin kadrini bilin. Onlar peygamber varisi kimselerdir. Allah... Muazzam, muhteşem, mualla bir ahenk çıkıyor: Alim vazifesini müdrik, ümmet-i Muhammed de alime karşı olan hürmet ve ihtiramını müdekkik olacak.
Hocaefendi, verasetu’l enbiya bir zat idi. Haccettik… 15 sene 20 seneye yakın bir müddet zarfında fakir hanemize gelirlerdi. Bir sene kütüphanemde kaldılar, kendilerine o kütüphanem hakkında bir hatıramı anlattım. Derlerdi: “Hafız abi, sen bu hatırayı söyledin… bir cihetten seviniyorum, bir cihetten de uykum gelmiyor uzanamıyorum.”
Hatıram şu: Hafız abi, dediler. Hafız abi derlerdi fakire, bu kadar yaş farkımıza, bu kadar meziyet, fazilet farkımıza rağmen... O şeyh, ben aciz naçiz tembel bir mürit… Buna rağmen fakire; Medineliyim diye, Resulullah’ın komşusuyum diye ‘Hafız abi’ derdi… “Hafız abi; ben, talebeler, arkadaşlar, kardeşlerim rahat etsinler diye yukarıya çıkmadım, aşağıda kalsam… Sizin şu kütüphanede kalsam mani var mı?” dediler. “Efendim, şeref duyarım.
Bu kütüphanenin bir hatırası var.” dedim. “Geçen senelerin birinde şu kanepede Peygamber Efendimizi yatar buldum.” dedim. “Peygamber-i Zişan kanepede yatıyor; Hz. Osman nöbet bekliyor başında… Hazreti Osman nöbet bekliyor... Ben de kapıdan bakıyorum giremiyorum. Yukarıda hafif bir takırtı oldu, Peygamber Efendimiz derhal uyandılar. Uyanmasıyla Hz. Osman’ın bir çırpınması var… ‘Ya Resulullah, rahatsız mı oldunuz, rahat ettiremedim mi sizi’ diye... Peygamber Efendimiz o mübarek gül bahçesi gibi, mehtap gibi, azizeler gibi, nurlar içinde parıldayan mübarek simasıyla gülümseyerek ‘Çok rahat etmişim’ buyurdular.”
Hocaefendimize, “Efendim bu kütüphanenin böyle bir hatırası var, burada daha rahat edersiniz.” dedim de: “Hafız abi, bu hatıra beni bir sevindiriyor bir üzüyor uyuyamıyorum, yatamıyorum. Peygamber yatmış burada diye.” dediler… Edebe bakın beyler, terbiyeye bakın! Peygamberimiz bu kütüphanede bu kanepeye uzanmış, ben burada nasıl yatarım diye… Allah şefaatine nail eylesin, inşallah.
Efendim, birkaç defa Hafız abi “Amcanız çok sevilmiş bir insan. Amcanız hakkında bazı hatıralar anlatsanız da ibret alsak olmaz mı? Muasır ulemanın, günümüzde yaşayan ulemanın hal ve hatıralarından çok istifade etmek isterim. Onlar ne yapmışsa ben de onları yapmak isterim.” buyurdu. Allah… Allah… Dedim ki: “Efendim; amcam insan yetiştirmeye aşık bir insandı.” Ne güzel… dedi. “Hafız abi, bugün yapılacak iş budur! İnsanı yatırım yapmak lazım.
İnsana yatırım yapmak lazım… Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyorlar ki: ‘Bir bahçıvan fidan hazırlasa, dikecek olsa… Toprağını hazırlamış, çukurunu kazmış, fidanı hazırlamış… Bir zat gelse dese ki: ‘Amca haberdar oldum yarın kıyamet kopacakmış.’ Kıyametin yarın kopacağını işittikten sonra bu bahçıvan hala fidanı eksin mi ekmesin mi? Eksin! Yeşil kaldıkça onun defteri amelini yazılır, buyuruyor.”
“Bir ağaç yarına kalmayacaksa Hafız abi, insan nasıl kalır yarına!”
Amcam talebe yetiştirmeye çok gayret ederdi. Amcamın şu sözü meşhurdur dedim. Demiş ki amcam: “Bir talebenin yetişmesi uğrunda bin münafığın kahrını çekerim.”
Bunu söyleyince ağlamaya başladı hocaefendi. “Hafız abi, bu ihlas, bu feragat, bu fedakârlık lazım, insan yetiştirmek için…”
Amcam şu beyti okumuş:
“Yâr için ağyâra minnet etdiğim ayb eylemen
Bâğbân bir gül için bin hâra hizmetkâr olur"
*
"Benim bir dostum var, bir sevgilim var, bir gayem var, davam var.
O dava uğrunda bin münafığın kahrını çekerim. Ben bir bahçıvana benzerim."
Bahçıvan bir gül yetiştirmek için bin dikenin kahrını çeker. Eli kanlar içinde kalır. Bahçıvana sorduğunuzda: “Amca nedir bu hal?” “Evladım; ben gül yetiştiriyorum. Bu mübarek gül, diken ağacında meydana geliyor, yetişiyor.” Dolayısıyla bir gül yetiştirmek için bin dikeninin kahrını çekermiş. Allah şefaatine nail eylesin.
Bir gün Arafat’tayız, dua ediyorlar. Dediler ki: “Hafız abi, bir dua da sen et.” Dedim ki: “Efendim bundan 35-40 sene evvel Medine-i Münevvere’de Tunuslu bir Derviş Beşir var idi. Muhterem, müncezip illallah, meczuptan başka müncezip: Allah’a çekilmiş, Allah kendini nezdibarisine çekmiş, ilahi tarafı galip olan bir zat var idi. Arapça kasideler okur idi. Kasideler arasında bir beyti tekrar eder idi, o beyit şu idi:
“Habibim Muhammed Mustafa, Allah beni benden daha iyi bilir, ben de kendi nefsimi bilirim.
Ben senin şefaatine layık bir kimse değilim. Fakat komşunun…”
Senden dinliyoruz ya Resulullah buyuruyorsun ki: “Cebrail gelir gider; gelir, gider. Aman ya Muhammed Mustafa, ya Nebi Allah; ‘Komşu hakkını ashabına tavsiye et! Aman komşu… aman komşu… aman komşu…” Şeyh Beşir bunu kastederek Peygamber Efendimize diyor ki:
“Mahşerde şefaatini niyaz ederim, bana şefaat et. Beni unutma!
Her ne kadar senin şefaatine layık değilim ama komşun bulunuyorum ya Resulullah!”
Efendim, benim sizin yanınızda dua edecek halim yok, fakat Peygamberin komşusu olduğundan dolayı… Ağlayarak dualarıma amin demişti.
Cenab-ı Hakk ahirette ce’m etsin inşallah.