
Cinler alemi
Cin; kelime olarak, örtüye ve gizliliğe delâlet eder. Bu sebepten, Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim'in (aleyhisselâm) kıssası anlatılırken "Gecen(in karanlığı) onu örttüğünde…" (En'am 6/76)" âyetinde geçen /cenne" kelimesi bu anlamı taşır. Yani gece, karanlığıyla O'nu örttü, gizledi. Bir başka misal ise anne rahminde oluşmakta olan insanın ilk evresine de "cenin" denmiştir. Zira cenin orada -her açıdan- örtülmüş ve gizlenmiş bir haldedir. Sahibini örtüp gizlediği için Araplar kalkan ya da sipere "micenne/cinlenmiş" de demişlerdir. Kavram olarak cinler; duyu ile müşahade edilemeyen, farklı şekillere girebilen latif ve akıl sahibi varlıklardır.
Cin vardır, hayal değildir
Cinlerin varlığını kabul etmek "gaybe iman etmekle" ilgilidir. İslam inancının temelini gaybe iman etmek oluşturur. Muttakîlerin anlatılıp vasıflandırıldığı Kur'an'ın ikinci sûresi Bakara'nın ilk âyetlerinde bu husus anlatılır. "Elif. Lâm. Mîm. O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, muttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir. O(sakınan)lar gaybe inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimizden Allah yolunda harcarlar" (Bakara, 2/1-3).
Yani, Kur'an'ın yol göstericiliğinden istifade etmenin ilk şartı "muttakîlerden" olmak, "muttakîlerden olmanın" ilk şartı da "gaybe iman etmektir." Bunun içindir ki, cinlerin varlığını kabul ya da red, mü'min olabilmenin ilk şartı olan gaybe iman konusuna girer. Dolayısıyla, Kur'an'ın ve hadis-i şeriflerin çok kere varlığından bahsedip bazı özelliklerini bize haber verdiği, dahası Kur'an'da haklarından müstakil sûre bulunan bu "görünmez" varlıkları inkâr kişiyi iman dairesinin dışına çıkarır. Bu varlıkların görünmez olması bir mazeret olamaz. Çünkü var olduklarını bizzat Yüce Allah bildiriyor.
Cinlerin var olduğunun Kur'an'dan delilleri
"Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki, onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir." (En'am, 6/100). "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran resûller gelmedi mi! Derler ki: 'Kendi aleyhimize şahitlik ederiz.' Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler." (En'am, 6/130).
"Allah buyuracak ki: 'Sizden önce geçmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de ateşe girin!' Her ümmet (ateşe) girdikçe yoldaşlarına lânet edecekler. Hepsi birbiri ardından orada (Cehennem'de) toplanınca, sonrakiler öncekiler için, 'Ey Rabbimiz! Bizi işte bunlar saptırdılar! Onun için onlara ateşten bir kat daha fazla azap ver!' diyecekler. Allah da, 'Zaten herkes için bir kat daha fazla azap vardır fakat siz bilmezsiniz' diyecektir." (A'râf, 7/38)
"And olsun, Biz cinlerden ve insanlardan birçoğunu Cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İste asıl gafiller onlardır." (A'râf, 7/179)
"De ki: And olsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak için insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler" (İsrâ, 18/88)
"Süleyman'ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları toplandı; hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevk ediliyordu." (Neml, 27/17)
"Cinlerden bir ifrit, 'Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsin' dedi." (Neml, 27/39)
"(Ey Muhammed!) Hani cinlerden bir gurubu, Kur'an'ı dinlemeleri için Sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine), 'Susun' demişler, Kur'an'ın okunması bitince de, uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi." (Ahkâf, 46/29).
Ayet-i kerimede cinlerin Resûlullah'a (aleyhissalatü vesselâm) yöneldikleri, O'ndan Kur'an dinledikleri, Resûlullah'ın Kur'an okumayı bitirmesinden sonra da dönüp kavimlerine gittikleri ve onları uyardıkları beyan edilmektedir.
Ancak Resûlullah'ın (aleyhissalatü vesselâm) cinlerin geleceklerinden haberi bulunup bulunmadığı, cinlerle görüşürken yanında sahabilerden herhangi birinin bulunup bulunmadığı, cinlerle sadece Mekke'de "Nahle" veya "Hücûn" denilen yerde mi, yoksa hem Mekke'de, hem de Medine'de mi karşılaştığı, kendisine gelen cinlerin yedi veya dokuz yahut on beş veya üç yüz ya da on iki bin mi olduğu hakkında farklı rivayetler zikredilmiştir.
Bu rivayetlere bakarak, Resûlullah'ın, (aleyhissalatü vesselâm) cinlerle çeşitli yerlerde ve muhtelif zamanlarda, farklı görünümler içerisinde karşılaşıp görüştüğünü söylemek en uygun olan yorumdur." (Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsiri Ter. Kerim Aytekin, Hasan Karakaya, Hisar Yayınları İst. 1996)
"Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz." (Rahmân, 55/33)
"(Ey Muhammed!) De ki: Bana şu vahyedildi: Cinlerden bir top¬luluk (Kur'an okumamı) dinlemiş ve şöyle demişler: Gerçekten biz, hay¬rete düşüren ve hidayeti gösteren bir Kur'an işittik ve O'na iman ettik. Ar¬tık Rabbimize hiçbir kimseyi ortak koşmayacağız." (Cin, 72/1-2)
"Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı." (Cin, 72/6)
Kur'an-ı Kerim'de, bu görünmez varlıklardan bahseden başka âyetler de vardır
CİNLERİN VARLIĞIYLA İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER
Alkame anlatıyor:
"İbn-i Mes'ud'a (Allah O'ndan razı olsun) sordum:
- Sizden kimse cinlerle görüşüp Kur'an okuduğu o gecede Hazret-i Resûlullah'a (aleyhissalatü vesselâm) refakat etti mi?"
İbni Mes'ud:
- Hayır, bizden O'na kimse refakat etmedi. Ancak bir gece O'nunla (aleyhissalatü vesselâm) beraberdik. Bir ara O'nu kaybettik. Kendisini vadilerde ve dağlarda aradık. Bulamayınca, 'Acaba göklere mi çıktı yoksa bir kötülüğe mi uğradı' diye düşündük. Bu hal içinde o geceyi, yaşanabilecek en kötü bir gece olarak geçirdik. Sabaha vardık ki, O Hira tarafından çıkageldi.
İbn-i Mes'ud devamla:
- Ey Allah'ın Resûlü, seni kaybettik. Aradık ama bulamadık. Bu yüzden çok kötü bir gece geçirdik, dedik.
Şöyle buyurdu:
- Bana cinlerin davetçisi geldi. Onunla beraber gidip cinlere Kur'an okudum.
İbn-i Mes'ud devamla:
- Bizimle yürüdü ve cinlerin eserlerini ve ateşlerinin kalıntılarını bize gösterdi.
Cinler, 'yiyeceklerinin ne olduğunu' sorunca da Resûlullah kendilerine şunu dedi:
- Bulabildiğiniz, üzerine Allah'ın adı anılmış bol etli kemik sizindir. Her deve ve at mayisi (tezeği) de sizin hayvanlarınızın yemidir.
Sonra da buyurdu:
- Sakın bu iki şeyi (kemik ve hayvan mayisini) taharet için kullanmayın. Çünkü bunlar kardeşleriniz(cinler)in yiyecekleridir." (Sahih-i Müslim).
Ebu Said el-Hudrî (Allah O'ndan razı olsun) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalatü vesselâm) bana dedi ki;
- Seni, hayvan sürülerini ve kır hayatını sever görüyorum. Sürülerinle veya kırlarda olduğunda namaz için ezanı sesini yükselterek oku. Çünkü müezzinin sesinin ulaştığı (en uzaktaki) cin, insan ve her şey kıyamet günü ona şahitlik edecektir." (Buharî, Ezan 5; Nesâî, Ezan 14, (2,13); Muvatta, Nidâ 5, (1, 69)).
Abdullah b. Abbâs (Allah ikisinden de razı olsun) anlatıyor:
"Nebî (aleyhissalatü vesselâm) ashabdan (Allah Onlardan razı olsun) birkaç zat ile beraber "Sûk-i Ukâz'a (Senenin belli zamanlarında Arabistan'ın değişik semtlerinde umumi pazarlar panayırlar kurulurdu. Bunlardan biri, belki de en büyüğü Sûk-i Ukâz idi. Bu pazar sadece Kureyş'in değil bütün Arabistan pazarlarının en önemlisiydi. Burası alış-veriş pazarı olduğu gibi, tarafların övünme ve karşılıklı şiirler okuma meydanıydı da) doğru yürüyorlardı ki, o tarihte Şeytanlar semadan (gökyüzünden) haber/bilgi almaktan men edilmiş, (haber almağa çıktıklarında) üzerlerine (şuhub) alev huzmeleri/ateş mermileri atılmaya başlanmış bulunuyordu. Gökyüzüne doğru çıkıp ateş mermileriyle kovulan) Şeytanlar kavimlerine döndüklerinde onlara, 'Ne oluyorsunuz? (neden hiçbir haber getiremiyorsunuz?)' dediler.
Onlar da, 'Ne yapalım? Semâdan haber almaktan engellendik. Üzerimize (şühub) ateşten mermiler atıldı' dediler. Bunun üzerine onlara, 'Sizin haber almanıza engel olan her halde yeni gelişme olmuştur. Yeryüzünün doğusunu ve batısını dolaşın ve semadan haber almanıza engel olan şey nedir öğrenin' denildi. Bunun üzerine onlardan Tihâme yönüne yönelmiş olan gurup da Sûk-i Ukâz/Ukâz Panayırına gitmek üzere Nahle (denen mevki)de bulunan Nebiyy-i Ekrem'in (aleyhissalatü vesselâm) bulunduğu yere varmışlardı ki, o sırada Resûlullah (aleyhissalatü vesselâm) orada ashabına sabah namazını kıldırıyordu. Cinler (Namazda okuduğu) Kur'an'ı işitince onu dinlemeye başladılar ve (birbirlerine), 'Semâdan haber almanıza engel olan şey budur' dediler. İşte o zaman bu haberciler kendi kavimlerinin yanına döndüklerinde Kur'an'ın beyanı ile şöyle dediler:
"(Ey kavmimiz!) Gerçekten biz, doğru yola ileten, hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik de ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize ortak koşmayacağız.' (Cin, 72/1-2).
Bu olay üzerine Yüce Allah, Nebî'si Muhammed'e (aleyhissalatü vesselâm) cinlerin bu konuşmasını vahyederek şöyle buyurdu: '(Resûlüm) De ki! Cinlerden bir topluluğun (Benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle dedikleri Bana vahyolundu." (Cin, 72/1)
Cinlerin varlığına ait daha birçok delil vardır.
Cinlerin görünmemesi yok sayılmalarına delil olmaz
Göremediğimiz nice başka şeylerin varlığını inkâr edemediğimiz gibi, sırf görmüyoruz diye cinleri de inkâr edemeyiz. Mesela; elektrik kablolarının içinden geçen akımın varlığını görmediğimiz halde, ampullerin yanışından veya başka bazı cihazların çalışmasından bunun varlığını kabul ediyoruz.
Hayatımızı sürdürmenin olmazsa olmazlarından soluduğumuz havanın varlığını göremiyoruz diye inkâr edebiliyor muzuyuz? Görmüyoruz ama hissediyoruz.
Peki yokluğu ölümümüz olan ruha ne demeli? Görmüyoruz diye inkâr mı edeceğiz bizi canlı tutan ruhu? Ya aklımızı? Misalleri çoğaltmak mümkündür.
Cinler neden yaratılmıştır?
Gerek Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerden ve gerekse de Resûlullah'ın (aleyhissalatü vesselâm) hadislerinden anlıyoruz ki cinler kesin olarak ateşten yaratılmışlardır.
"Allah (İblis'e), 'Sana emrettiğimde seni secde etmekten engelleyen nedir?' dedi. (İblis de), 'Ben O'ndan (Âdem'den) daha hayırlıyım, (çünkü) beni ateşten O'nu topraktan yarattın' dedi." (A'râf, 7/12).
"Cinleri de saf ateşten yarattı." (Rahmân, 55/15)
Eğer şöyle bir soru akla gelirse:
"Bu söz Şeytan'ın sözüdür, nasıl olur da yalancı olduğu kesin Şeytan'ın sözünü delil olarak alabiliriz?"
Cevap olarak deriz ki:
"Bu söz Şeytan'ın kendi şahsi sözü değil, Allah'ın doğru olarak bildirdiği bir sözdür ki, Allah yanlışı ikrar etmez."
Müslim'in ve Ahmed b. Hanbel'in Hz. Aişe'den (Allah O'ndan razı olsun) rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Resûlullah (aleyhissalatü vesselâm) da bu konuda şöyle buyurdular: "Melekler nurdan yaratılmışlardır. Cinler saf/katışıksız ateşten yaratılmışlardır. Âdem de (Allah tarafından) size nasıl anlatılmışsa öyle (yani topraktan) yaratılmıştır." (Sahih-i Müslim, Kitab ez-Zühd, Bâb 60, Hadis no: 2996. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2, S. 153)
Ateşten yaratılmış cinin kâfir olanları nasıl ateşle cezalandırılabilir?
Bu soru çok kişinin dilinde tekrarlanan bir sorudur. Fakat azıcık düşünüp akıllarını çalıştırsalar bunun cevabını bulmada zorlanmayacaklardır.
Şöyle ki; hepimiz biliyoruz ki, insan da topraktan yaratılmıştır. Ama hiçbirimiz bu halimizle toprak değiliz. Sadece aslımız topraktır. Aynen bunun gibi cinler de ateşten yaratılmış olmakla beraber şu an hiçbiri ateş değildir. Bu konuda bir çok delil vardır.
Nesâî'nin sağlam senetle rivayet ettiği bir hadis-i şerifte HazretiAişe (Allah O'ndan razı olsun) buyurdular ki: "Resûlullah namaz kılarken Şeytan yanına geldi. Resûlullah onu yakalayıp yere çaldı, (az kalsın) onu boğuyordu.
Sonra şöyle buyurdu: Hatta dilinin soğukluğunu ellerimde hissettim."
Bu hadis-i şerif Şeytan'ın şu anki halinin ateş olmadığını açıklıyor. Şayet ateş olsaydı Resûlullah'ın (aleyhissalatüvesselâm) onun soğukluğunu hissetmesi mümkün olamazdı.
Şeytan'ın şu an ateş olmadığının bir başka delili de Resûlullah'ın (aleyhissalatüvesselâm) şu sözüdür: "Muhakkak Allah'ın düşmanı Şeytan, yüzüme atmak için bir alev parçasıyla geldi…" (Müslim, Kitab es-Salât Hadis no: 542)
Hazreti Nebî'nin bu beyanından da anlıyoruz ki, eğer Şeytan/İblis, ilk yaratıldığı ateş hali üzre yaşamını sürdürüyor olsaydı ateşten bir parçayla gelmesine gerek kalmazdı.
Bir başka delilimiz yine Resûlullah'ın (aleyhissalatüvesselâm) şu beyanıdır: "Şüphesiz Şeytan insanın içine (damarlarındaki) kan gibi nüfuz eder/dolaşır." (Buharî, İtikaf 8, 11, 18…; Müslim, Selam 23-25, hadis no: 2174, 2175); EbûDâvûd, Sıyam 79, hadis no: 2470; Buharî'nin senediyle rivayet ettiği bu hadis-i şerifin tamamını sosyal hayatımıza önemli bir ölçü olması açısından vermeyi uygun gördüm.
Ali İbnu'l-Hüseyn (Allah'ın selamı üzerlerine olsun) anlatıyor:
- Safiye (Allah O'ndan razı olsun) buyurdu ki:
- Resûlullah (aleyhissalatüvesselâm) itikafta iken ziyaret maksadıyla geceleyin yanına uğradım. Bir müddet konuştuk. Sonra geri dönmek üzere kalktım. Uğurlamak üzere o da kalktı. Kapıya kadar gelmişti ki, Ensar'dan iki kişi oradan geçiyordu. Resûlullah'ı (aleyhissalatüvesselâm) görünce hızlandılar. Resûlullah (aleyhissalatüvesselâm):
- Ağır olun. Şu yanımdaki Huyey'in kızı Safiyye'dir, dedi.
Onlar:
- Sübhanallah! Bu ne demek ey Allah'ın Resûlü, dediler.
Efendimiz (aleyhissalatüvesselâm):
- Şeytan, insana, damarlarındaki kan gibi nüfuz eder. Ben, onun kalblerinize bir kötülük atmasından korkarım, buyurdu.(Buharî, İ'tikaf, 8, 11, 18; Müslim, Selam, 23-25 (2174-75); EbûDâvûd, Siyam 79, 2470)
Bu hadis-i şerifte kastedilen "Şeytan'ın vesvesesidir"gibi bir yorum yapılırsa, ulemanın da ifade ettiği gibi, biz de şunu deriz: "Şeytan'ın kan gibi insanın içine nüfuz edişini" vesveseyle izah edenin, sözünü hadisin dış mânâsına hamletmek için bir karine olması lazım gelir ki, burada böyle bir karine yoktur.
Yani, bu hadisten, söz konusu "nüfuz edişin" vesvese şeklinde değil de varlık şeklinde bir nüfuz olduğunu anlıyoruz.
Cinlerin çeşitleri
Ebû Sa'lebe el-Huşenî'den rivayet edilen hadis-i şerifte Resûlullah (aleyhissalatü vesselâm) şöyle buyurdular:
"Cinler üç sınıftır.
1- Bir sınıfın kanatları vardır, yeryüzünde uçarak dolaşırlar.
2- Bir sınıfı yılanlar ve köpeklerdir.
3- Bir sınıf cin de vardır ki, bunlar bir yerde belli süre yerleşik kalıp sonra başka yerler göç edip, ayrılırlar." (Taberânî ve Hakim'in Sahih kabul ettiği bu hadis-i şerifi Beyhakî de, "el-Esmâ ve's-Sıfat/İsimler ve Sıfatlar" adlı eserinde "sahih bir isnatla" zikretmiştir)
Cinler nereleri mesken tutar?
Cinler en fazla sahra gibi insanların pek bulunmadığı tenha yerleri tercih ederler. Çöplük ve süprüntülük gibi yerleri tercih edenleri de vardır. Bir kısmı de insanlarla aynı ortamlarda bulunur.
Bu sebepten Resûlullah (aleyhissalatü vesselâm) sahralara çıkıp onları Allah'a davet eder, Kur'an okur ve kendilerine dinin emirlerini öğretirdi. Abdullah İbn-i Abbâs ve Abdullah ibn-i Mes'ud'un (Allah ikisinden de razı olsun) rivayet ettiği hadislerde (ki, Buharî ve Müslim bu hadisleri eserlerine almıştır) ifade edildiğine göre Resûlullah'ın (aleyhissalatü vesselâm) sahralara çıkıp cinlere İslam'ı tebliğ edişi çok kere tekrarlanmıştır.
Çöplüklerde ve süprüntülerde konaklamalarının sebebi, -bahsi geçen Abdullah ibn-i Mes'ud'dan rivayet edilen hadisi-i şerifte ifade edildiği gibi- onların insanların artığını yemeleri sebebiyledir.
Hafiz el-Irakî şunu dedi:
"İbn-i Ebi Dünya, Yezid bin Cabir tarikiyle –ki O, Tabiinin en küçüklerinden ve Şamlıların sikâ/güvenilir kabul ettiği ravilerdendir- şöyle buyurdu:
Yezid bin Cabir'in (Allah O'ndan razı olsun) rivayetinde Resûlullah (aleyhissalatü vesselâm) şöyle buyurdular: "Mutlaka, her Müslüman evin tavanında asılı Müslüman cinler vardır. Hâne halkı öğle yemeği için sofra kurduklarında o cinler de inip onlarla birlikte öğle yemeğini yerler, akşam yemeği için sofra kurduklarında da onlar yine hâne halkıyla birlikte yerler. Allah hâne halkını onlardan korur." (Hafız ibn-i Hacer, Fethu'l-Barî, 6/345, İbn-i Hacer'den önce de Şiblî Âkâmü'l-Mercân adlı eserine bunu aldı)
Bunun benzerini Ebu Bekr bin Ubeyd, "Mekayidü'ş-Şeytan/Şeytan'ın Hileleri" isimli kitabında Yezid'den şu lafızla rivayet etti: "Müslüman ailelerin evlerinin tümünün tavanlarında Müslüman cinlerden vardır. Aile sabah yemeğini hazırlayınca cinler de inip onlarla sabah yemeğini yerler, akşam yemeğini hazırladıklarında da yine inip onlarla akşam yemeğini yerler. Böylece onlarla yaşarlar. Aileyi Allah onlardan korur."
Zeyd bin Erkam'dan (Allah O'ndan razı olsun) Resûlullah'ın (aleyhissalâtü vesselâm) şöyle buyurduğu rivayet edildi: "Şüphesiz bu yerler cinlerin mesken edindiği yerlerdir. Sizden biri helâya girerken (hela duasını okuyup) şöyle desin:
"Allahümme innî e'ûzu bike minel hubsi vel hebâis/Allah'ım! Her çeşit pislikten ve pisliğe sebep olandan Sana sığınırım." (Ebû Dâvûd, Taharet 6, (3); Nesâî, Taharet 17; İbn-i Mâce, Taharet 9; Ahmet b. Hanbel Müsned, 4/369)
Peki, müslüman cinler de mi helalarda yaşar?
Hayır! Genel olarak, "cinler banyo ve tuvaletlerde yaşarlar" deniyorsa da bundan kastedilen kâfir cinlerdir. Çünkü onlar necis mekânları ve pislik yerleri tercih ederler. Güzel kokulardan ve özellikle de misk kokusundan sıkılır, rahatsız olurlar. Oysa Müslüman cinler, tıpkı Müslüman kişiler gibi misk gibi güzel kokulardan hoşlanırlar.
Cinler oyuklarda ve toprakta bulunan deliklerde yaşarlar
Katade'nin Abdullah b. Sercis'ten (Allah Onlardan razı olsun) yaptığı rivayette Hazret-i Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) şöyle buyurdular:
"Sizden hiç kimse hayvanların yuvalarına (yerde bulunan deliklere) küçük abdestini yapmasın."
Katede'ye, hayvanların yuvalarına (yerde bulunan deliklere) küçük abdesti yapmanın niye mekruh olduğu, sorulunca şöyle cevap verdi:
"Çünkü oralar cinlerin meskenidir, hayatlarını sürdürdükleri yerledir." (Ebû Dâvûd, Taharet, 16, 29; Nesâî, Taharet, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/82).
Yerde bulunan deliklerden kastedilen nedir?
Porsuk, sincap gibi yerin altını mesken edinen yırtıcı hayvanların toprağı eşeleyerek edindiği barınma yerleridir. Bu tip yerlerde yılan, cin ve benzeri varlıkların yaşıyor olmasından, o yerlere küçük abdest yapana zarar vermeleri muhtemeldir.
Ayrıca cinlerin develerin konaklama yerlerini de mesken edindikleri, "Sahih-i Müslim'de" ve diğer kaynaklarda, bu yerlerin Şeytanların barınakları olduğuna dair bilgiler vardır.
Cinler yerler ve içerlermi ?
Sahih hadislerde kesin olarak ifade edildiği gibi, şüphesiz cinler yerler ve içerler.
Sahih-i Buharî'de Ebû Hureyre'nin anlattığına göre Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) yanında abdest almak ve bazı ihtiyaçlarını için bir kırba taşırdı.
Bir ara Ebû Hureyre O'nu izlemeye başlamıştı.
Resûlullah:
- Kim o? diye sordu.
Ebû Hureyre:
- Benim ey Allah'ın Resûlü.
Resûlullah (aleyhissalatü vesselam):
- Bana istinca/taharetlenmem için taş temin et. Fakat bana kemik ve fışkı/hayvan tersi getirme.
Ebû Hureyre:
- Eteğimin içine koyduğum bir taşı getirip yanına koydum ve oradan uzaklaştım. İşini bitirince O'nun ile beraber yürümeye devam ettim.
Dedim ki:
- Kemik ile fışkı/hayvan pisliği (getirmeme sebebi) ne idi?
Buyurdu ki:
- Onlar cinlerin yemeğidir. Bana "Nasîbîn" cinlerinden bir heyet geldi. Onlar ne güzel cinlerdi. Benden yiyecek istediler. Ben de onlara, buldukları her kemiği (kendileri için) ve tezeği (hayvanları için) yemek/gıda edinmeleri için Allah'a dua ettim. (Buharî, Menakıbü'l-Ensâr, 3860)
Sahih-i Müslim'in Abdullah bin Ömer'de yaptığı rivayette Resûlullah şöyle buyurdular:
"Sizden biri yemek yiyince sağ eliyle yesin. İçtiğinde de sağ eliyle içsin. Şüphesiz ki, Şeytan sol eliyle yer, sol eliyle içer."
Yine Müslim 'Sahih'inde Huzeyfe'den şöyle rivayet etti:
Hazret-i Huzeyfe buyurdu ki:
"Bizler Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) ile bir yemekte bulunduğumuzda, Resûlullah yemeğe başlamadıkça biz de yemeğe asla elimizi sürmezdik. Bir keresinde O'nunla bir yemekte bulunuyorduk. Bir cariye (küçük kız çocuğu) -sanki arkasından biri onu itiyor gibi- koşarak gelip elini yemeğe sokmağa teşebbüs etti. Resûlullah elini tutup onu engelledi. Sonra aynı şekilde bir bedevi arkasından biri kovalıyor gibi geldi, elini yemeğe sokmaya teşebbüs etti, Resûlullah onun da elini yakaladı ve şöyle buyurdu: 'Muhakkak Şeytan, üzerine Allah'ın adının anılmadığı (besmele çekilmeden yenen) yemeği kendine helal addeder. Nitekim, yemeği kendine helal edinmek için bu cariye ile geldi, elini tutup onu engelledim. Arkasından bu bedevi ile gelip yemeği kendine helal edinmeyi denedi, onun da elini tutup engelledim. Benliğim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, Şeytan'ın eli o ikisinin eliyle elimdedir.'
Sonra Allah'ın ismini andı (besmele çekip) ve yemeğini yedi." (Müslim, Eşribe 102 (2017); Ebû Dâvûd, Et'ime 16, 3766).
NOT : DEVAM EDECEK