PEYGAMBERİMİZ VE 12 İMAM EFENDİLERİMİZ - 1 -
Canibim.Com

PEYGAMBERİMİZ VE 12 İMAM EFENDİLERİMİZ - 1 - - Canibim.Com

En güzel örnek Hz. Muhammed Mustafa (sav)

İslam Peygamberi (sav), cahiliye toplumu olarak adlandırılan her türlü ahlaksızlığın ve toplum düzenini bozan hayat tarzının yaşandığı bir ümmetten İslam'ın örnek neslini yetiştirmiştir.

Hz. Aişe'nin dediği gibi, Kur'an olarak özetlenebilecek ahlakı ile ayık insanın zor bulunduğu, kumarbazlığın, ribanın, tefeciliğin, hırsızlığın, soygunculuğun sıradanlaştığı; zina ve fuhşun günlük hayatın parçası haline geldiği bir ortamda örnek insan numunelerini ortaya çıkarmıştır.

O, içinden çıktığı toplum ve kıyamete kadar gelecek insanlar için en güzel örnektir.

Resulullah'ın en üstün örnek olması, seçilmişliğinin yanı sıra hayatın bütün yönlerini kuşatmasından kaynaklanır.

Hz. Peygamber, en iyi ve müşfik aile reisiydi, oysa her peygamber evlenip çocuk sahibi olmamıştır. Resulullah en iyi devlet kurucusu ve reisiydi, oysa her peygambere devlet kurmak nasip olmamıştı. Resulullah, İslam ordusunun başkumandanı ve savaşçısıydı ancak her peygamberin askeri alanda rehberlik yapması mümkün olmamıştı.

Adeta O, kendinden önceki bütün peygamberlerin sahip oldukları en bariz vasıfların, güzelliklerin ve özelliklerin özü, özeti ve mecmuu idi.

Denilebilir ki, Hz. Muhammed Mustafa dışında hiçbir peygambere hayatın ve insanlığın tümünü kuşatan bu kadar üstün vasıflar bahşedilmemiştir.

O, mir'atullah (Allah'ın aynası) idi. Bu da iki yönlü özellikti. Birincisi Hakk'ın boyasıyla boyandığı, Allah'ın sıfatları kendisinde tecelli ettiği için yanına gelenler O'nda Cenab-ı Hakk'ı seyrederlerdi. O'nu dinleyen, O'nu seyreden yanından ayrılmak istemezdi.

Bu vasfıyla Hz. Resulullah (sav) Efendimiz insanları, Allah'a ve O'nun sevgisine, Cenab-ı Hakk'ı da insanların kalbine taşırlardı.

İkinci olarak da halkın aynasıydı. O'na bakan kendi güzelliğini ya da çirkinliğini görürdü.

Bir gün yanına gelen Ebu Cehil, "Ne kadar çirkinsin ya Muhammed, âlemin tüm çirkinliğini sende seyrediyorum" dediğinde, Resulullah Efendimiz, "Doğru söyledin" buyurmuştur.

Ardından Hz. Ebubekir aynı meclise gelmiş ve "Ya Resulullah, ne kadar güzelsin, bütün güzellikleri sende seyrediyorum" demiş. Hz. Peygamber ona da "Doğru söyledin" diyerek mukabele etmiştir.

Ashabdan bazıları "Ya Resulullah; birisi güzel, birisi çirkin konuştu, ikisine de doğru söylediklerini bildirdin, bunun hikmeti nedir?"

Âlemin Fahri, şöyle buyurdu: "Mü'min kamil ayna gibidir. Ona bakan kendisini görür. Dolayısıyla bize Ebu Cehil baktı, çirkinliğini seyretti. Ebu Bekir baktı, güzelliğini seyredip tasvir etti."

Hz. Peygamber, kendileri için "Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti" buyurur.

Bu sebeple, her an yeni bir tecelli ile yeniden doğan, böylelikle kemal üzerine kemali, nur üzerine nuru sergileyen Cenab-ı Hakk'ın vitrini olma şerefine ermiş bir vücut ve ruhun sahibi idiler.

Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'in de bu üstün hali överek, "Ve Sen şüphesiz yüce bir ahlaka sahipsin" (Kalem, 4) buyurmaktadır.

Allah Resulüne "Din nedir?" diye sorulduğunda, "Güzel ahlaktır" buyurur.

Öyleyse Hz. Peygamber, güzel ahlak için yegâne örnektir.

Eğer, inandım diyen bir toplumda imana, ibadete, adalete ve merhamete rastlanılmıyorsa, iman ettiğini söyleyenler çok da olsa iman kökleşmemiş, ibadetin özüne varılamamış; kardeşlik, hak, hukuk olduğundan bahsedilse de hakikatine erişilememiştir.  

Yaşadığımız toplumda herkesin birbirinden şikâyet etmesi, ahlakın bozulması, aynen cahiliye devri gibi her türlü çirkinliğin hayatın olağanı haline gelmesi de Hz. Peygamber'le aramıza perdeler çekilmesi nedeniyledir.

O ve seçilmiş Ehl-i Beyt'i unutuldukça bugün yaşanan acı tablo kaçınılmazdır.

Nitekim Cenab-ı Hakk, Cuma Suresi'nin 2. ayetinde Hz. Peygamber'in bu yönüne dikkat çeker:

"Kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderen O'dur. Onlar daha önce şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler."

Kısaca bugün bazılarının kelime-i şehadetten Muhammedür Resulullah kısmını çıkarmaya çalışmaları boşa değildir.

Zira Hz. Peygamber'siz ne din olur, ne güzel ahlak olur, ne de Allah'a giden yol bilinir.

O'nun güzel ahlak ölçüleri ve getirdikleri ile mümin arınır, kitabı ve hikmeti öğrenir.

Allah şefaatinden ayırmasın.

 

İmam Ali'nin (K.v ve R.a.) hilafeti.

Hz. Peygamber'in Hamse-i Âli Aba hadisinde "Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir" diyerek beyan buyurduğu Ehl-i Beyt'inden Hz. Ali Efendimizin hilafetini anlatacağız bu yazımızda.

Sünni eserlerden Menakıb'da Resulullah (sav) buyurdu ki: "Her peygamberin vasi ve varisi vardır; benim vasi ve varisim ise Ebu Talib oğlu Ali'dir." (Menakıb-i ibn-i Meğazili, s.201)

Gadir-i Hum günü irad edilen hutbe ile Hz. Ali'nin Peygamberin yerine halife olarak nasp edilmesi Şii dünya için bir iman esasıdır.

Hz. Ali'nin hilafeti bahsi 220 Sünni eserde de yer almaktadır.

İslam tarihinin seyrini değiştiren en büyük felaket, Hz. Resul'ün sağlığında iken yaptığı halife tayininin O'nun rıhletinden sonra unutulması ve hilafetin nasp edilen kişiden alınarak sahabe arasında verilen oylarla belirlenen kişiye devredilmesidir.

Gadir-i Hum denilen yerde halife ilanı şöyle olmuştur: Yüce Allah, Maide suresi 67. ayet-i kerime ile Hz. Peygamber'e bir ilan ve tebliğ görevi vermektedir. Ayet-i kerimede "Ey Peygamber! Rabbinden Sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, Seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir" buyrulmuştur.

Maide suresi 67. ayetin Hz. Ali Efendimizin halife ilanıyla alakalı olduğu Sünnî âlimler tarafından da ifade edilir.

Büyük müfessir ve muhaddis İmam es-Suyutî şunları kaydetmektedir: "İbn Ebi Hatim, İbn Merdûye ve İbn Asakir'in bildirdiğine göre, Ebu Said el-Hudrî, 'Ey Peygamber, Rabbinden Sana indirileni tebliğ et?' ayeti, Gadir-i Hum günü Ali bin Ebi Tâlib hakkında nâzil olmuştur' demiştir. Tefsir ilminin Sünnî temel kaynaklarından olan Vahidî'nin Esbab-ı Nüzul'ünde ise söz konusu Maide 67. ayet-i kerimesinin nüzul sebebi şöyle nakledilmektedir:

"İbn Atıyye'den, o da Ebu Said el-Hudrî'den (ra) rivayet etmektedir. (Ebu Said el-Hud-rî) dedi ki: 'Ey Peygamber, Rabbinden Sana indirileni tebliğ et...' ayeti, Gadir-i Hum günü Ali bin Ebi Tâlib (ra) hakkında nazil olmuştur."

Yine, Nişabur tefsir ekolünün öncülerinden büyük müfessir es-Sa'lebî, el-Keşf ve'l Beyan eserinin 4. cilt sayfa 92'de; Alusi, Ruhu'l Me'ani fi Tefsiri 'l-Kur'ani'l-Azim ve's-Seb'il Mesani eserinin 4. cildinin 192 ve 193. sayfalarında; Maide suresi 67. ayetin İmam Ali'nin hilafet ilanını emrettiğini yazarlar.

Hz. Peygamber, Maide 67. ayetin nazil olmasından sonra Hz. Ali'yi halife tayin ettiği bir hutbe irad eder ve Gadir-i Hum Hutbesi olarak bilinen bu hutbenin 6 yerinde Hz. Ali'nin halife ve vasi olarak ilan edildiğini buyurur.

1. "Ali b.Talib, benim kardeşimdir, vasimdir, halifemdir ve benden sonraki halifemdir."

2.  "Allah Resulünün (sav) halifesi odur. Müminlerin emiri odur. Allah tarafından tayin edilen hidayet imamı odur."

3.  "Ey insanlar! Bu Ali'dir! O benim kardeşimdir, vasim, ilmimi toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerindeki halifemdir."

4. Ey insanlar! Ben hilafet emrini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum."

5. "Ali, Allah tarafından tayin edilen imamdır."

6. Benden sonra Ali, Allah'ın emri ile sizin veliniz ve imamınızdır. İmamet makamı ondan sonra da Allah ve Resulü ile görüşeceğiniz güne kadar O'nun evlatlarından olan benim neslimin hakkıdır."

Resulullah'ın Hz. Ali'nin hilafeti hakkındaki hutbesinin bitmesinin hemen ardından "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, size din olarak İslam'ı verdim" (Maide, 3) ayeti nazil olmuştur.

Bunun üzerine Peygamberimiz (sav), "Allah benim peygamberliğimden, Ali'nin velayetinden razı oldu" buyurdular.

Yani Hz. Ali'nin hilafet ilanı ile din kemale ermiştir.

İmam Ali'nin halife tayini ile risalet dönemi bitmiş, velayet dönemi başlamıştır.

Bu velayette, Hz. Peygamber'in risalet kuralları üzere devam eder.

İmam Muhammed Bakır, Maide 3. ayet hakkında "Farzlar birbirinin ardınca nazil oluyorlardı, velayet farzların en sonuncusudur. Allah, 'bugün sizin dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım' ayeti ile bundan sonra size bir farz inmeyecektir" buyurmuştur.

Ayet ve hadisin olduğu bir konuda içtihat, vahiy ile aklın çatışmasıdır ki, bu müsteşriklerin de kullandığı bir metottur.

124 bin sahabenin katıldığı Veda Haccında yapılan hilafet beyanına karşılık, Hz. Peygamber'in vefatının hemen ardından naaş daha ortadayken halife seçimi yapılmıştır.

Hz. Ali Efendimiz, Hz. Peygamber'in defin işleri ile uğraşmaktadır.

Bu esnada Hz. Ebubekir, Hz. Ömer'i alarak bundan sonra yapılacakları konuşmak üzere oradan ayrılarak Hazrecli Sa'd b. Ubade başkanlığında yapılan Sakife toplantısına giderler.

Sakife, islam tarihinde halifenin seçimle başa getirilmeye çalışıldığı ilk bidattir.

Zira Ensar'ın yaptığı bu toplantıda Hz. Peygamber'in yerine kimin halife olacağı tartışılmış, bir oldu-bitti ile Hz. Ebubekir'e biat alınmıştır.

Oysa İslam dininde halife seçimle başa getirilmez.

Bakınız İmam Gazali hilafetle ilgili olarak ne söylemiştir: "Fakat hilafet hususunda delil bütün açıklığı ile ortaya çıktı ve konu aydınlandı. Cumhur (Müslümanların tamamına yakın çoğunluğu) Gadir-i Hum hutbesindeki hadisin metninde şeksiz şüphesiz tam icma ve ittifak ettiler. 

Orada Resulullah şöyle buyuruyor: 'Ben kimin idarecisi isem, Ali de onun idarecisi ve velisidir.' 

Dolayısıyla icmaya ve icma ile sabit naslara aykırı olarak teviller üretmek batıldır. Eğer onun hilafetini (Hz. Ebubekir) kurtarmak için 'icma hasıl olmuştu' derseniz, şüphesiz bu  da doğru değildir. 

Çünkü onun hilafetinde icma yoktur. Nasıl olsun ki? Hz. Abbas ve evlatları, Hz. Ali ve zevcesi Hz. Fatıma ve evlatlarının hiç birisi biat halkasında bulunmadılar. Dahası Sakife'de bulunanların bile birçoğu muhalefet ederek oradan ayrıldılar." (İmam Gazali, Sırr'ul Alemeyn ve Keşfi Ma fi'd Dareyn, sayfa 16-18)

Sünni Muttaki Hindi'nin eserinde aktarıldığı üzere Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Bana iman edip, beni tasdik edene Ali bin Ebi Talib'in velayetini tavsiye ederim. Her kim onu veliyülemr edinirse beni edinmiş olur ve her kim beni veliyülemr edinirse Allah'ı edinmiş olur. Her kim Ali'yi (as) severse beni sevmiş olur, beni seven ise Allah'ı sevmiştir.  Her kim Ali'ye (as) buğz ederse, beni buğz etmiştir. Beni buğz eden ise şanı yüce olan Allah'ı buğz etmiştir." (Muntahab'ul-Kenz, Muttakıyy-i Hind, s.32)

Kısaca, hilafet şeksiz şüphesiz İmam Ali'nin hakkıdır, bu hususta da kimsenin rey hakkı yoktur.

Çünkü İmam Ali ayet ve hadislerle hilafete nasp edilmiş tek kişidir.

 

 

 

İmam Hasan (a.s.) dönemi bugüne ne kadar da benziyor

Tarih gerçekten tekerrürden ibaret?

Dün basit bir menfaat ve dünyalık için Hakk'ı ve doğruyu terk edenlere, bugün de sayısız örnekler eklenebilir.

Tarihte hangi şartta olursa olsun, hangi tehditle karşılaşırsa karşılaşsın helal ve haram sınırlarını terk etmeyenler vardı, bugün de her şartta helali helal, haramı haram bilen ve karıştırmayanlar mevcuttur.

"İmam Ali Efendimizin Allah'ın emri ve Resulullah'ın nasbı ile halife ilan edilmesine rağmen Hz. Peygamber'in naaşı henüz ortadayken rey ile hilafetin başkasına devredilmesini" 

İmam Hasan Efendimizin dönemini . İmam Hüseyin'den bahsedeceğiz.

İmam Ali, Hz. Ebubekir halife olduktan sonra, geceleri hanımı Hz. Fatıma'yı, oğulları Hasan ve Hüseyin'i alarak, Muhacir ve Ensar'ın evlerini dolaşıyor, gasp edilmiş hilafeti geri almak için onlardan yardım istiyordu.

40 kişi toplayarak onlardan söz aldı, sabah saçları kazınmış ve kılıçları kuşanmış olarak yanına gelmeleri için onlarla anlaştı. Sabah yanına Ebuzer, Mikdad, Zübeyr ve Selman'dan başka gelen olmadı. Üç gece Muhacir ve Ensar'ın evlerini gezerek yine söz aldı ancak yanına bu dört kişiden başkası gelmedi.

Hz. Ali Efendimiz halkın vefasızlığını görünce evine kapandı.

Hz. Hasan'a farklı bir muamele mi yapıldı? Seçilmiş halifeliğini kabul etmeyen Muaviye'ye karşı hazırladığı orduda yarenleri görünenler onu paraya satmadı mı? HADİS: " RÜŞVET VEREN'DE ,ALANDA  VE ARACILIK EDENDE MELĞUNDUR." DİYOR ALLAH RESULÜ (SAV.)

Muaviye, yolladığı mektupta yarısı peşin ve kalan kısmı da Küfe'de teslim edilmek üzere kendisinin yanında yer alması şartıyla Ubeydullah ibn-i Abbas'a 1 milyon dirhem vermeyi vaad etti. Bunun üzerine Ubeydullah, yanına yakınlarını da alarak geceleyin Muaviye'nin karargâhına kaçmadı mı?

İhanetlerin birbirini izlediği İmam Hasan'ın ordusu Enbar denilen yerde konuşlanınca, Muaviye ordunun komutanına 500 bin dirhem para gönderdi. 

Ayrıca ona bazı Şam ve Cezire kasabalarının valiliğini vaat etti.  Komutan bu teklifi uygun görerek 200'e yakın adamı ile Muaviye'nin safına geçmedi mi?

Bunun üzerine Hz. Hasan, Murad Kabilesinden birini sefere çıkardığında o da önceki komutanın yaptığının aynısını yaptı, ihanet etti.

Tarih kitaplarında İmam Hasan'ın saflarından ayrılanların sayısının 8 bine ulaştığı yazılır.

Bu, cennet gençlerinin efendisi olarak takdim edilen İmam Hasan'ın 12 bin kişilik ordusundan 8 bin kişinin ayrılması demektir.

Yani Hz. Peygamber'in 'oğlum' dediği İmam Hasan, dünyalık uğruna, az bir paraya sırtından vurulmuştur.

Küfe halkı, gizlice Muaviye'ye gönderdiği mektuplarda emrine girmeye hazır olduklarını bildirmişlerdir. Ve Muaviye'den bazı makam ve mevkiler için söz almışlardır.

Küfe, İmam Hüseyin'den önce İmam Hasan'ı da gücün yanında olmak uğruna satmıştır.

Muaviye'nin mektupları İmam Hasan'a ulaştırmasıyla İmam Hasan tıpkı babası İmam Ali gibi yalnız kaldığını anladı.

İmam Hasan'ın barışı işte bu şartlarda gerçekleşmiştir. (NOT:  OYSA MUAVİYE SEVERLER BU RÜŞVET OLAYLARINI PERDELEMEK İÇİN ŞU YALANI UYDURUP YAYMIŞLARDIR.NEYMİŞ HZ. HASAN (R.A) BOŞA KAN AKMASIN BEN GÖNÜLLÜ OLARAK HALİFELİKTEN ÇEKİLİYORUM MUAVİYE'YE BİT EDİYORUM Bİ ŞARTLA BANA GEÇİMİM İÇİM ÇOK MAAŞ VERİRSEN DEMİŞ.MUAVİYE'DE BOŞ KAĞIDA İMZA ATMIŞ HZ.HASANA GÖNDERMİŞ "İSTEDİĞİ RAKAMI YAZSIN,KABULÜMDÜR DİYE. YANİ HZ.HASAN'I PARA CANLISI BİRYMİŞ GİBİ GÖSTERİYOR. OYSA KUR'AN DA AYETLE SABİT ALLAH (C.C.) SAVAŞ GANİMETLERİNİN  BEŞTE BİRİNİ ZATEN PEYGAMBERE VE EHLİBEYTİNE VERİYOR. SENİN PARANA HZ. HASANIN NE İHTİYACI VAR. AYRICA HZ.HASANA MÜSLÜMANLARDAN YÜBİNLERCE HEDİYE ALTIN GELİYOR O HİÇ BİRİNİ EVDE TUTMADAN İHTİYACI OLAN FAKİR FUKARAYA DAĞITIYOR. BU NASIL ALGI OPERASYONU ?

Yalnız imam olarak anılması boşa değildir.

İmam Ali haklı davasında yalnız bırakılmıştır; İmam Hasan seçildiği hilafet makamını korumakta yalnız kalmıştır ve şehitlerin efendisi İmam Hüseyin, hakkı olan hilafeti savunmak için başlattığı kıyamda sadece 71 kişiyle ölüme gidecektir.

Tarihin bu ibretlik sayfaları hem Ehl-i Beyt'in kaderi ve hem de bugünün aynasıdır.

Ehl-i Beyt soyu, Muaviye döneminden itibaren Emevilerin ve Abbasilerin koltuk sevdasına dönüştürdükleri halifeliği ellerinden bırakmamaları için devamlı surette ezilmiş, dışlanmış ve gücün karşısında yok sayılmıştır.

Sakife'de başlayan sapma, Allah'ın ayetle seçtiği ve sevilmesini farz kıldığı Ehl-i Beyt'in değerini unutturmuş; ümmet para ve makam uğruna helali ve haramı güçte aramaya başlamıştır.

Bugün dünden farklı haller yaşanmıyor.

Biraz daha fazla para almak uğruna veya işini kaybetmemek için, domuz etinin satışına ses çıkarmayan, zinanın suç olmaktan çıkarılmasını görmezden gelen, hatta faizin meşruluğunu anlatan hutbeler irad etmeye başlayan cami hocalarına rastlanmıyor mu?

Gücün ve paranın yanında yer almanın gerekçesi geçmişte olduğu gibi bugün de başa bağlılık?

İmam Hasan'ı barışa zorlayanlar, çadırından çıkarken, "Allah, Peygamber'in oğlunun eliyle Müslümanların kanını korudu. Fitneyi bastırdı" diyorlardı.

Bugün 'kan akmasın ve düzen bozulmasın', pek çok İslami cinayeti setreyleyen bir perde haline getirilmedi mi?

Bunun için başa bağlılık söylemlerinden tutun da, baştaki kişilere Hz. Mehdi, peygamber gibi sıfatlar vermeye kadar giden her türlü yalan kullanılmıyor mu?

Helali haram, haramı helal gösterenler, hem Allah'ın ayetlerini ters yüz ederek büyük bir cinayet işliyorlar, hem de hangi şartta olursa olsun helal-haram sınırlarından zerre taviz vermeyecek kadroların önünü kesiyorlar.

Akaid ölçülerimiz hangi koşulda olunursa olsun değiştirilemez. Günün şartlarına göre düzenlenemez.

Tarihin her döneminde Allah'ın elçi olarak tayin ettiği kişiler, Allah'ın ölçülerini muhafaza için mücadele ederler ve bunun karşılığında da mükafâtlarını alırlar.

 

 

Şehitlerin efendisi İmam Hüseyin (a.s.)

Cennet gençlerinin efendilerinden olan Hz. Hüseyin, halifeye karşı silahlı kıyamı başlatan ilk imamdır.

Yezid'in halife olduğu dönem 'şarap içen, maymunlarla arkadaşlık eden, erkek ve kadınlarla zina yapan ve bu halini halktan gizlemeyen' bir kişinin dönemiydi. Sünnet artık tamamen terk edilmiş, Kuran'dan sapmalar gözle görülür icraatlara dönüşmüştü.

Bu şartlardan rahatsız olan Kufeliler kendilerinin halifesiz kaldıklarını binlerce mektupla Hz. Hüseyin'e bildirdiler. Mektupların sayısı 15 bine ulaştığında halife makamına geçmek için adım atmak halka karşı mesuliyetin bir göstergesi olacaktı. Hz. Hüseyin de buna göre hareket etti. Ancak abisi İmam Hasan'a ihanet eden Kufeliler, 'başımıza halife ol' diyerek çağırdıkları Hz. Hüseyin'e de aynı hainliği yaptılar.

Kufe'ye ilerlerken, Mekke ile Huneyn arasında Şair Ferezdak ile karşılaştığında Ferezdak'ın "Halkın kalpleri sizinledir ancak kılıçları aleyhinizedir" sözleri Kufelilerden göreceği muameleyi de anlatmaktaydı.

Hz. Peygamber, Hüseyin'in doğumundan itibaren şehit edileceğini pek çok hadiste haber vermiş; hatta nerede, kimin tarafından şehit edileceğini de bildirmiştir.

Buna rağmen, Hz. Hüseyin şehit edileceği topraklara bir an dahi korku duymadan yol almaya devam etmiştir.

Adeta bildiği ve beklediği ölüme gitmektedir.

Kerbela olayında gaye Hakk'ı hakim kılmaktır. Hz. Hüseyin, İlay-ı Kelimatullah için ölümü göze almıştır.

Öleceğinden haberdar olması, yaşayacağı kaderi bilerek ona boyun eğmesi müthiş bir teslimiyettir. Öldürüleceğini bildiği halde vazgeçmediği bu kararlı kıyam, halifenin yanlışlarının ortaya çıkması, ümmetin ayıkması ve Kuran çizgisine geri dönüşün başlangıcıdır. Kıyamla başlayan süreç karanlıkların aydınlanma sabahıdır ki, İmam canını bu uğurda esirgememiştir.

Burada Ehl-i Beyt imamlarının bir imamdan diğerine geçen vasiyetinden bahsetmek gerekir:

"Allah, Nebi'sine vefatından önce bir yazı indirdi ve dedi ki: 'Ey Muhammed! Bu senin soyundan seçkinlere yapacağı vasiyettir.'

Peygamberimiz, 'Seçkinler kimlerdir ya Cebrail' dedi.

'Ali bin Talib ve soyu.'

Yazının üzerinde altından mühürler vardı.

Resulullah bu vasiyeti Emir-ül Müminin'e verdi. Bir mührü açmasını ve içerisinde yazılı olanlara göre hareket etmesini emretti. Emir-ül Müminin bir mührü açtı ve içinde yazılı bulunan tavsiyeler doğrultusunda yaşadı.

Sonra vasiyeti oğlu Hasan'a verdi. Hasan mühürlerden birini açtı ve içinde yazılı vasiyete göre amel etti. Sonra vasiyet Hüseyin'e geçti. Hüseyin mühürlerden birini açtı ve orada şunların yazılı olduğunu gördü: 'Bir topluluk ile beraber şehadete erişmek üzere harekete geç. Onlar ancak seninle birlikte olursa şehadete erişebilirler. Kendini Allah'a ada."

Hz. Hüseyin, yazılı vasiyete göre amel etmiştir. Kufe'ye doğru ilerlerken, yanına gelen kişilere şöyle buyurmuştur:

"Feryadımızı duymamanız, karartımızı görmemeniz için bu bölgeden uzaklaşın. Çünkü kim feryadımızı duyar  veya karartımızı görür de bize olumlu cevap vermezse veya feryadımıza yetişip de yardım etmezse, Allah-u Teala'nın kendisini yüzüstü cehenneme atmasını hak etmiştir."

75 kişilik nur kafilesi, Yezid'in adamı İbn Ziyad komutasındaki 30 bin kişilik ordu ile Kerbela denilen yerde karşılaştı.

Bu ordudan ilk oku kimse atamadı. Yaşanan korku, iman karşısında küfrün ezilmesiydi.

Neticede Allah Resulü'nün 'oğlum' dediği İmam Hüseyin Efendimiz, Allah rızasını umanlar tarafından şehit edildi.

Kufeliler, Allah'ın ayetine ters düşmek pahasına Yezid'in gücünden korktular. İslam'ın en büyük cinayetlerinden birini işlediler. Yine gücün arkasında olmak uğruna Allah'ın ayetlerine ters düşen bir topluluğun örneği?

Yine az bir pahaya imanlarını satanların tavrı?

Büyük İmam'ın verdiği mücadele doruk noktadaki şecaatinin ispatıdır.

"Humeyd b. Müslim şöyle rivayet etmektedir: Bugüne kadar vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandığı, çocuğu, ailesi ve arkadaşları gözünün önünde öldürüldüğü halde, onun gibi cesaretini kaybetmeyen, en ufak bir korku belirtisi göstermeyen birini daha görmedim. Piyade birlikleri ona saldırdıkları zaman, o da kılıcı ile onlar hamle ediyor, kurdun keçi sürüsüne saldırıp ikiye yarması gibi, sağından solundan onları ikiye yarıyordu." (A'lamu'l Vera, c.1, sayfa 67)

Kerbela sahnesine önce İmam'ın ashabı çıktı. Kendilerini ona siper etmek için birbirleri ile yarışıyor, ölüme koşarak gidiyorlardı.

Sonra Ehl-i Beyt'in şehadet şerbetini içme sırası geldi.

Aliyyü'l Ekber, Müslim b.Akil in oğlu Abdullah, Hz. Kasım b. Hasan, İmam Ali'nin oğlu Ömer, İmam Ali'nin oğlu Osman, Hz. Abdullah b. Hasan, İmam Hüseyin'in kundaktaki oğlu Ali Eser, Hz. Abbas şehit edilir.

İmam'ın muhafazası, cennete ulaşmanın vesilesi, Cenab-ı Hakk'ın rızasına kavuşmanın yolu olmuştur.

İmam Hüseyin verdiği eşsiz mücadelenin ardından Cuma günü öğleden sonra şehit edildi. Şehit edildiğinde 57 yaşındaydı.

"Şehadet anında vücudunda 33 mızrak yarası ve 34 kılıç yarası vardı."

Sakife gölgeliğinde yaşananlar ile değişmeye başlayan İslam düzeni halkın arasında zamanla ünsiyet yapmıştır.

Halk, "Halife böyle yapıyor, doğrudur" diye konuşmaya başlamıştır.

Allah, kanını ve canını halkın Kur'an ve sünnetten sapan yolunu düzeltmek için feda eden İmam Hüseyin'in şefaatinden ayırmasın.

 

 

 

İmam Zeynelabidin (a.s.)

Ehl-i Beyt imamlarının 4'üncüsü İmam Ali bin Hüseyin'dir. İbadet edenlerin süsü anlamına gelen Zeynelabidin ve çok secde eden anlamına gelen Seccad lakapları onu anlatır. 

Bir gün ve gecede 1000 rekât namaz kılan büyük İmam, alnında yaptığı secdelerin eseri olan nasırları her sene kesmek zorunda kalacaktır. 

Bir imamdan diğerine geçen vasiyet, şehitlerin efendisi İmam Hüseyin'den İmam Zeynelabidin'e geçtiğinde kendiyle ilgili mührü kaldırdı ve okudu: "Başını eğ ve sus. Evinden çıkma ve ölüm gelinceye kadar Allah'a ibadet et."

İmam Zeynelabidin'in hayatı incelendiğinde bu vasiyete uyduğu için, açık kıyam yolunu değil de dua ve nasihatler ile halkı irşad ettiği göreceksiniz. 

Mübarek babası ile ömrünün 22 yılını geçiren İmam, imamet makamıyla şereflendikten sonra bu vazifesini 57 yaşına kadar sürdürecektir.

İmamet makamına babası İmam Hüseyin şehit edildiği anda geçmiş olan Ali bin Hüseyin'in imamlığına ilk itiraz amcası Muhammed b. Hanefiyye'den gelmiştir:

İmam Zeynelabidin (as), Muhammed bin Hanefiye'nin "Ben Hasan ve Hüseyin'den sonra emir-ül mümininin en büyük oğluyum ve Ben imamlığa daha layığım, onu Bana bırakman daha doğru olur" talebi üzerine Hacer'ül Esved'i hakem kılmıştır.

"Nitekim Hacer'ül Esved'in yanına gittiler. İmam, Muhammed'e dönüp dedi ki: Sen daha büyük olduğuna göre ilerle ve ondan tanıklık etmesini iste."

Muhammed gidip iki rekât namaz kıldı ve imamet kendi hakkı ise ona tanıklık etmesini istedi, taş cevap vermedi. Daha sonra İmam Seccad kalkıp iki rekât namaz kıldıktan sonra seslendi:

"Ey taş! Ey Allah'ın evinin ziyaretçilerine şahit kılınan... Eğer imametin Benim hakkım olduğunu ve Allah'ın her kulunun Bana itaat etmesi gerektiğini biliyorsan şahitlik et de amcam imamette hakkı olmadığını öğrensin"

Hacer'ül Esved fasih bir Arapçayla konuşmaya başladı: "Ey Muhammed b. Ali, imamet hakkında Ali bin Hüseyin (as) ile cedelleşme. Senin ve bütün kulların Ona itaat etmesi farzdır. Onun sözünü dinle, ona itaat et."

İmam Seccad'ın yaşadığı dönem, masum İmam'a karşı halifenin çekinmeden zulmettiği bir devirdir. Halife Abdülmelik, sırf ona eziyet olsun diye elleri zincirli bir şekilde esir muamelesi ederek İmam'ı yanına aldırmıştır.

Zühri şöyle der: "Abdülmelik bin Mervan, Ali bin Hüseyin'i, Medine'den Şam'a ihzar ettiği gün, İmam'ı zincirlenmiş ve bir grup memurun kontrolünde gördüm. İmam'ı selamlayarak yanına girdim. Eli ayağı zincirle bağlanmış olduğu halde bir odada olduğunu gördüm.

Bu manzara beni ağlattı ve 'keşke sizin yerinizde ben olsaydım ve sizde esenlik içinde olsaydınız' dedim.

İmam buyurdu: 'Ey Zühri, elimde ve ayağımda gördüklerinin Beni rahatsız ettiğini mi düşünüyorsun? Eğer bunun olmamasını isteseydim, yapabilirdim. Sen ve senin gibiler böyle bir duruma düşseydi, Allah'ın azabını hatırlamanız için olacaktı.' 

Bunu dedikten sonra el ve ayaklarındaki zincirler kendiliğinden açıldı ve bana 'Sadece Medine'deki iki evde onlarla bu durumda olacağım' dedi. Dört gece geçti, muhafızlar hayretler içinde gelip, zincirler yerinde duruyor ama İmam'ı bulamıyoruz. Oysaki hiç uyumuyor ve hep onu gözlüyorduk."

Halifelik makamı ile naspedilmiş imamın birbirinden ayrıldığı dönemden itibaren, masum imamların siyaset anlayışı Allah tarafından kendilerine verilen, hak ettikleri bu makamı ümmete anlatmakla şekillenmiştir.

İmam Zeynelabidin, kendinden önceki naspedilmiş imamlarla karşılaştırıldığında en ağır baskılara maruz kalmıştır. Siyaset olarak, dedesi İmam Ali, amcası İmam Hasan, babası İmam Hüseyin gibi, mevcut halifenin yanlışlarına karşı ciddi tavır içindedir.

Onun dönemi baskıların çok arttığı bir süreç olduğu için direkt açık bir müdahale yerine, halkı dualarında verdiği mesajları ile Halife'nin yanlışlarına ve bozuk düzene karşı bilinçlendirmeye çalışmıştır.

Halife'nin Ehl-i Beyt soyuna karşı cinayetlerinin aleni şekilde yapıldığı bu dönem için İmam Muhammed Bakır şöyle buyurur: "Bu cinayetler Muaviye zamanında ve İmam Hüseyin'in şehadetinden sonra doruk noktaya ulaştı. Öyle ki, her şehirde bizim sevenlerimiz öldürülüyor, ithamlar yüzünden el ve ayakları kesiliyordu. Bizi sevdiğini söyleyen herkes zindana atılıyor, malı yağmalanıyor ve evi yıkılıyordu.

Nitekim Hüseyin'in katili Ubeydullah bin Ziyad'ın zamanı geldi, sonra Haccac derken masum imamlar bölük bölük kılıçtan geçirildi. Birinin zındık ve kâfir adı alması, 'Ali'yi sevendir' diye anılmasından çok daha iyi göründü."

Kendinin ve yanındakilerin hürriyetlerinin kısıtlandığı, devamlı surette canlarına kastedildiği ortamı bakın nasıl anlatmıştır. 

Sahife-i Seccadiye isimli dualarının toplandığı dua kitabında, 49. duası: "Nice düşmanlar düşmanlık kılıcını üzerime çekti; hançerinin ağzını Benim için biledi; keskin tarafını Benim için inceltti; öldürücü zehirlerini Benim için sulandırdı. Fakat ey Allah'ım! Sen ne kadar yüce ve kutlusun, onun içinin hainliğini ve gizlediği şeyin çirkinliğini görünce, hazırladığı tuzak çukuruna tepetaklak kendini düşürdün.&quo

Tüm MAKALELER